HER ŞEY BUNUN İÇİN Mİ?

Dün bir arkadaşımla ilişkiler üzerine telefonda sohbet ediyoruz. Her zaman söylediğim cümle bu kez onun ağzından döküldü;

“Hayat zor değil Ayça hem de hiç değil, onu zorlaştıran insanlar”

Yüzümde buruk bir gülümse oluştu. Gülümsedim çünkü bunu farkında olan nadir insanlardan biri vardı karşımda ve o benim arkadaşımdı, beni anlıyordu, aynı dili konuşuyorduk. Burukluğum ise ikimizin de elinden bir şey gelmiyordu acıtsa da kabul etmekten başka;

“Anlam boyutunda yaşamayan kibire teslim oluyordu. Maddesellik insanı tutsak ediyordu ve birçok insan madde boyutunda yaşıyordu.”

Ben bir danışmanım üstelik alanım da ilişkiler ve evlilikler. Hem kendimi güncel tutmak adına yaptığım araştırmalarda, katıldığım workshoplarda, eğitimlerde hem de danışanlarımda çok şey görüyorum ilişkilere ve insana dair.

Hayat zor değil hem de hiç değil, onu zorlaştıran insanlar.

Yıl 2022, ben 41 yaşımdayım. Üç yaşından beri hastanelerde ve doktorlarla büyümüş, 38 yılda riskli operasyonlar geçirmiş, sahip olarak girdiği şeylerden eksilerek çıkmış yaşanmışlıkları olan, ailesinden, sevdiği adam da dahil değer verdiği çok sayıda kişiyi toprağa vermiş, süreçlerine şahit olmuş biri olarak bu cümlenin anlamını iliklerime kadar içselleştirdim, ama buna rağmen o sohbetten sonra sabaha kadar döndü durdu zihnimde. Peki neden? “İnsan” denen varlık hayatı neden zorlaştırır, zorlaştırarak ne elde etmeye çalışır?

Ardından kendimle olan sohbetim başladı; Seni 41 yıllık yolculuğunda en çok ne yordu Ayça?

Üç yaşında doktor hatası nedeniyle ömür boyu sana verilmiş yol arkadaşın mı?
Defalarca duyduğun “Operasyon çok riskli………kaybedebilirsin” sözlerimi, o riskleri alarak yattığın o masalar mı? İstemeye istemeye, ağlaya ağlaya girdiğin ortamlar mı?
İş hayatı mı?
Hayatına giren erkekler mi?
Toplum mu?
Arkadaşların mı?
Ailen mi?

HİÇBİRİ DEĞİL! Bunların çoğu “insan” denilen varlığın içini kendi doldurduğu kavramlar.

41 yaşımdayım. Üç yaşımdan beri hastane ve doktorlarla büyüdüm. 38 yılda ciddi operasyonlar geçirdim. Ailemden ve sevdiğim adam dahil sevdiğim çok sayıda kişiyi toprağa verdim, süreçlerine şahit oldum. 41 yıllık hayatımda insanların egosu, kibiri kadar beni hiçbir şey yormadı.

Bilgi dediğimiz şey dipsiz bir okyanus ve sonsuz boyutlu iken senden, benden üç, beş fazla bilgi sahibi diye her şeyi bildiğini sanıp entelektüel ukalalık yapanlar beni yordu.

Bildiğini sanma. Bilemezsin! Başkalarından fazla bir şeyler biliyor olman seni “biliyor” yapmaz. Sadece diğerlerinden biraz daha fazla bilgi sahibi yapar. Bilginin sonsuzluğunda bu da “bilmek” değildir.

Kendisini, kendi varoluşsal varlığıyla var edemeyip, adının önünde taşıdığı sıfatların arkasına sığınıp, kabuk arkasından konuşanlar, kabuk atamayanlar beni yordu.

Sıfatlarını adlarının önünden aldığımızda, sahte benliklerinden sıyrıldıklarında ruhlarına yabancı oluşları bence ahlaksızklıktan daha çok utanılması gereken bir şey. Çünkü ruh demek hayat demektir ve sahte bir hayatın içinde yaşamak kişinin kendisine yaptığı en büyük kötülüktür.

Tartışmayı bilmeyip, en ufak bir tatsızlıkta hayatla olan ya da kendileriyle olan içsel savaşlarını seni tü kaka ilan ederek görmezden gelenler, kendilerinden kaçanlar beni yordu.

Mağdur prensesi oynayanlar, erkek olmayı bağırmakla, kavgayla ölçenler beni yordu.

Başarıyı aldığı ödüllerle, altındaki arabanın markasıyla ölçenler beni yordu.

Nefrete, öfkeye, gurura sıkıca tutunup dünü dünde bırakamayanlar, gün her gün yeniden başlarken yeni sayfa açamayanlar, yeni söz söyleyemeyenler beni yordu.

Duygularını devlet sırrı gibi saklayan duygu cimrileri beni yordu.

Verilen akılların “aynı”lığı beni yordu. – “Bas engeli gitsin”, “Elini sallasan ellisi” –

Mutsuzken, acı çekerken ruhunu yüzüne giyemeyip güçlüyü oynayanlar beni yordu.

Ulaşılamazı oynayanlar, sessizlikle karşısındakini cezalandırdığını sananlar, vur abalıya yapan yetişkin görünümlü ergenler, kibir abideleri beni yordu.

“Normal” denilen sınırları birileri tarafından çizilmiş o kutuya girmeyenleri “ruh hastası”, “sen kafayı yemişsin” vb. diyerek farklılığı kabul edemeyenler, “normal”e uydurmaya çalışanların belki de asıl hastalıklı olabileceklerini bir saniye bile düşünmeyenler beni yordu.

“Seni seviyorum” demekten korkan dil cimrileri, sevgiyi binbir kategoriye ayırıp kategorisine göre kilo hesabı yapanlar beni yordu.

Sarılmaktan, dokunmaktan ödleri kopanlar, kendilerini her dokunuşa bir anlam yüklemek zorunda hissedenler beni yordu.

“Ben kadınım……”, “Ben erkeğim….”, “Ben anneyim….”, “Ben………’yım” deyip, “Ben insanım” diyemeyenler beni yordu.

“Nasıl hissediyorsun?” sorusunu sormayan benciller, “özür dilerim, seni kırdım” demeyi acizlik, affetmeyi eziklik olarak görenler beni yordu.

Her şeye bir anlam yüklemek zorunda hissedenler beni yordu.

Hayat tek kullanımlık ve savaş meydanı değil. Bu dünyaya güç gösterisi yapmaya gelmedik, yaşamaya geldik.

Lütfen bir şeyleri anlamak için başınıza acı olayların gelmesini beklemeyin. Bir günlüğüne kaldırın o işe gömdüğünüz kafanızı laptoplardan, atın o boğazınıza taktıkları tasma görevi gören kravatlarınızı, topuklu ayakkabılarınızı, etiketlerinizi ve bir hastanenin bir servisinde öğlene kadar öylece oturun, öğleden sonra da bir mezarlığı, tanımadığınız insanların mezarlarını ziyaret edin ve kendinize şu soruyu sorun;

“Bunca haklı çıkma, güçlü olma, sahip olma savaşı…her şey bunun için mi?”

Ben en ünlü özel üniversitelerden birinden mezunum, bilinen firmalarda adımın önünde etiketlerle çalıştım ama hayatı zaman geçirmenizi önerdiğim o yerlerden bir de hayvanlardan öğrendim.

Sevgiler,
Ayça Akın