BİR KAHVE FİNCANINDAN HAYAT DERSİ

Bugün bir telefon aldım ve o telefonu kapattığımdan beri hem kahvemi içiyorum hem tebessümle biraz da buruklukla düşünüyorum hem de bu yazımı yazıyorum.

Tebessüm ediyorum çünkü insan olmayı başarabilmişim. Sakın bunu ukalalık ya da kibir olarak algılamayın şayet sizden yaşca büyük, kariyer olarak parmakla gösterilecek yerlerde olan insanlar sizi iş bağlamak için değil “bir sesini duymak için aradım” deyip arıyorsa, kahve, yemek davetleri onlardan geliyorsa ve bir kere bunun sitemini yapmıyorlarsa, kötü günlerinizde çiçekleriyle koşuyorlarsa “ben insan olmayı başarabilmişim” demeye hakkınız var demektir.

Yıllardır hayatın getirdiği şartlar nedeniyle görüşmediğiniz arkadaşınız kahvesini sizin ona hediye ettiğiniz fincanla içerken sizi arıyor “kahvemi senin aldığın fincanla içiyordum, dur şu kızı bir arayayım dedim” deyip arıyor, araya yıllar girmemiş gibi “niye aramadın?” hesabını sormuyorsa “ben insan olmayı başarabilmişim” demeye hakkınız var demektir.

“İnsan olmayı başarabilmişim.” Ne kadar iddialı, kibirli bir cümle değil mi?

Ama gerçekten insan olmayı başarabildiyseniz kendinizle gurur duymak hakkınız hele ki bunca insan olmayı becerememişlerin arasında.

Nedir peki insan olmak?

“O telefonu kapattığımdan beri hem kahvemi içiyorum hem tebessümle biraz da buruklukla düşünüyorum” dedim ya…Bunu düşünüyorum işte. Cevaplar arıyorum kendi kendime, “ben ne yaptım da bu egosuz yüreklerle biraradayım” diye soruyorum kendime.

Çok kötü günlerim oldu. Yataktan 6 ay boyunca çıkmadan yatmak zorunda kaldığım operasyonlar geçirdim. Operasyon günü terk eden sevgilim de oldu yatak süreci boyunca ağzıma yemeğimi, suyumu koyanlarım da…

Neydi aralarında ki fark?

Anlatmakta mıydı maharet yoksa anlamakta mıydı?

Ne anlatmaktaydı ne de anlamakta, ikisindeydi maharet. İkisi buluşunca ortaya çıkıyordu dans diğer türlü tek başına da dans ediyordu insan ama sevgili, eş, arkadaşlık, dostluk dediğin her türlü ilişki iki kişilik danstı.

Kavramlardan kurtulamayanlar bu dansa eşlik edemiyordu.

Öğretilmiş mutluluklar bekleyenler bu dansa eşlik edemiyordu.

Almaya odaklı olanlar bu dansa eşlik edemiyordu.

Ruhunu yüzüne giymeye cesareti olmayan maskeli ruhlar bu dansa eşlik edemiyordu.

Size bir sır vereyim mi?

Siz dansınızı etmeye devam edin. Ruhunuzu yüzünüze giymekten bir an bile vazgeçmeyin. O ruh, o dans birilerinin gözüne elbet çarpıyor elbet hafızasında yer ediyor. Başlarda çekiniyorlar ruhunuza bakmaya, dansınıza eşlik etmeye hatta size “deli” diyorlar, tedavi olmanızı söylüyorlar, başka bir dünyadan olduğunuzu, hayatı hiç anlamadığınızı, pollyanna, vurdumduymaz olduğunuzu söylüyorlar. Söylüyorlar da söylüyorlar. Devam edin o dansa. Maskeli ruhlara inat giyin ruhunuzu yüzünüze.

Korkmayın insanlara “seni seviyorum” demekten. Duyup duymamaları önemli değil. Duyarlar sadece duymamış gibi yaparlar. Gün gelir o melodi düşer kulaklarına.

Sebepler aramayın birine hediye vermek için. İçinizden gelmesi gayet geçerli bir sebep.

Benim bugün aldığım telefon…

2-3 yıl önce kahve fincanı hediye etmişim o benden yaşça büyük kişiye.

“Şimdi kahvemi senin aldığın fincanla içiyordum, dur bir şu kızı arayayım dedim” dedi telefonun ucundan bana. Yıllar sonra “niye aramadın hiç?” hesabını da sorabilirdi, sormadı aksine “sen benim yüreğimde yer etmişsin” diye taçlandırdı o görüşmediğimiz yılları.

Benim unuttuğum o hediye yıllar sonra hatırlatmış beni ona. Yıllar önce çaldığım küçücük bir melodi bugün düşmüş kulaklarına.

“Melodi” dediğin nedir? Zor bir şey midir?

Samimiyettir, gülümseyiştir, tek cümlelik bir sevgi mesajıdır, sebepsiz verilen bir hediyedir, beklenmedik bir sarılıştır, “yap kahveyi yarım saate sendeyim” cümlesinde, “bugün nasıl hissediyorsun?” sorusundadır.

Mesele her gün arayıp, mesajlar atmakta, buluşmalarda değil.

Mesele samimiyette. Mesele birlikte geçirdiğin anların içini samimiyetle doldurmakta. Mesele korkmadan, yürekten, sebepsiz de verebilmekte. Mesele karşındakine “ben seni varlığın için seviyorum”u hissetirebilmekte. Mesele hata yaptığında “özür dilerim senden, seni kırdım” demekte. Mesele karşılıklı kahve içerken samimiyetle dinlemekte, sevinçlerine, hüzünlerine ortak olmakta, kavramlardan kurtulup, öğretilmiş mutluluklar yerine birlikte mutluluklar yaratmakta, mesele yürekten içeri girebilmekte yoksa fincanlar bahane.

Sevgiler,
Ayça Akın