Bir insana, “İlişkide aradığınız şey nedir?” diye sorduğunuzda genelde size vereceği dört klasik cevap vardır; sevgi, saygı, dürüstlük, güven!
Peki, bunları gerçekten %100 elde edebilir miyiz? Güven bir ilişkide ne kadar gereklidir ya da gerçekten gerekli midir?
Osho, Yakınlık adlı kitabında şöyle der;
Hiçbir ilişki güvenli olamaz. Güvenli olmak ilişkilerin doğasında yoktur ve eğer bir ilişki güvenliyse bütün çekiciliğini kaybeder. İşte bu zihin için bir problemdir. Bir ilişkinin tadına varmak istiyorsan güvensiz olmak zorundadır. Onu tamamen güvenli kılarsan tadına varamazsın. Büyüsünü, cazibesini kaybeder. Ve zihin bununla da onunla da tatmin olmaz, o yüzden de daima çelişki ve kaos içindedir.
Hem canlı hem de güvenli bir ilişki ister ama bu mümkün olmaz çünkü canlı bir insan, canlı bir ilişki, canlı herhangi bir şey, ne olacağı belli olmayan bir şeydir. Bir sonraki anda ne olacağı bilinemez. Bilinemediği için de şimdiki an daha yoğun olur. Bu anı mümkün olduğu kadar tam yaşamalısın çünkü sonraki an hiçbir zaman gelmeyebilir. Sen burada olmayabilirsin diğeri burada olmayabilir. Ya da ikiniz de burada olursunuz, ama ilişki burada olmaz. Bütün olasılıklar açıktır. Gelecek her zaman açıktır, geçmişse her zaman kapalı. Ve ikisinin arasında “şimdi.” Şimdinin tek bir anı var, daima titreşen ve sarsılan. Ama hayat böyledir. Titreşme ve sarsılma canlı olmanın parçasıdır; duraksama, sis, belirsizlik. Geçmiş kapalıdır. Her şey oldu ve şimdi hiçbir şey değişemez, her şey tamamen kapandı. Gelecek tümüyle açık, hiçbir şey bilinmiyor. Ve ikisinin arasında bu an; bir ayak geçmişte bir ayak gelecekte. O yüzden zihin daima bir ikilik içindedir, bölünmüş durumdadır. Her zaman parçalı her zaman şizofren.
Bunun böyle olduğunu ve bu konuda bir şey yapılamayacağını anlaman gerekiyor. Çok güvenli bir ilişki istiyorsan ölü bir insanı sevmek zorundasın, ama o da hoşuna gitmeyecektir. Bir sevgili bir kocaya dönüştüğünde olan budur; koca ölü bir sevgilidir, karısı ölü bir sevgilidir. Her şey geçmişten ibarettir ve artık geleceğe geçmiş karar verir. Aslında, eğer bir eşsen geleceğin de yoktur; geçmiş kendini tekrarlayacaktır, bütün kapılar kapalıdır.
Hapistesindir, duvarlar içinde.
Böyledir; sürekli güvenlik ararsın ama bulunca da ondan hemen sıkılırsın.
Evli çiftlerin yüzlerine bak;
Güvenlik bulmuşlar – o çok aranan güvenliği – ve şimdi her şey banka hesabında ve devlet ve mahkeme ve kanunlar her şeyi güvenceye almış durumda. Ama büyü, şiir tümüyle kaybolmuş; aşk yok artık. Onlar ölü insanlar; geçmişi tekrarlayıp anılarda yaşıyorlar.
Evli çiftlerin sözlerini dinle;
Kadın, kocasının onu eskisi gibi sevmediğini söyler, geçmiş anlardan, balayından diğer olaylardan söz ederler.
Ne saçmalık!
Hâlâ yaşıyorsun. Şu an bir balayı olabilir. Şu an yaşanabilir ama konuşarak geçmişi tekrarlamaya çalışıyorsun.Güvenlik asla tatmin etmez ve güvencesizlikte de korku vardır, ilişkinin yok olabileceği korkusu. Ama bu hayatta olmanın parçasıdır. Her şey yok olabilir, hiçbir şey garanti değildir ve her şey o yüzden bu kadar güzeldir.
Ve bu yüzden hiçbir anı ertelememen gerekir; eğer bir insanı sevmek istiyorsan, sev onu; burada, şimdi. Çünkü kimse bir an sonra ne olacağını bilemez. Sonraki anda sevgi mümkün olmayabilir ve hayatın boyunca pişmanlık duyabilirsin. Sevebilirdin, yaşayabilirdin. O zaman insan pişmanlıkla dolar ve derin bir suçluluk duyar sanki kendini öldürmüş gibi.
Hayatın garantisi yoktur. Kimse hayatın garantisini veremez. Garantisini vermenin yolu yoktur. Ve bunun böyle olması iyidir; yoksa ölü olurdu. Hayat kırılgandır, narindir, daima bilinmeyene akar, güzelliği de budur. İnsan cesur olmalı, maceracı olmalı.
İnsan hayatla akabilmek için kumarbaz olmalı. Kumarbaz ol o zaman. Bu anı yaşa ve tam olarak yaşa.
Sonraki an geldiğinde zaten göreceksin. Onunla başa çıkmak için orda olacaksın, geçmişle nasıl başa çıktıysan gelecekle de başa çıkacaksın ve daha yetenekli olacaksın çünkü deneyimlerin olacak. O yüzden mesele diğerinin bir sonraki an senin yanında olup olmaması değil.
Asıl mesele; eğer şu anda yanındaysa onu sev. Sonraki anı düşünerek bu anı harcama bu intihar olur.
Gelecek üstüne tek fikrini bile harcama çünkü o konuda hiçbir şey yapamazsın, enerjini çöpe atmak olur bu. Bu insanı sev ve onun tarafından sevil. Benim anlayışıma göre, eğer bu anı tam olarak yaşayabilirsen sonraki an bu insanın yanında olması da çok muhtemeldir.
Muhtemel diyorum; söz veremem. İhtimal büyüktür çünkü sonraki an bu anın içinden çıkar.
Ve bu insanı sevdiysen, o da mutluysa, ilişki de güzel bir deneyim olmuşsa niye seni bıraksın?
Aslında endişelenmeye devam edersen bu insanı seni terk etmeye zorlarsın. Ve eğer bu anı çöpe attıysan sonraki an da bu çöpten çıkar, çürümüş olur. İşte insan kendi kendini böyle haklı çıkarır.
Kendi kehanetlerini gerçekleştirmeye böyle devam edersin.
Dersin ki; “Evet, başından beri bu ilişkinin yürümeyeceğini biliyordum. İşte haklı çıktım.”
O zaman kendini çok iyi hissedersin bir bakıma çünkü çok akıllı ve zeki olduğun ispatlanmıştır. Aslında aptallık ettin çünkü hiçbir şeyi önceden anlamış falan değildin.
Olayları böyle gelişmeye sen zorladın çünkü sana verilen zamanı, fırsatı boşa harcadın. O yüzden bu insanı sev ve geleceği unut. Bütün o yarını düşünme saçmalığını bırak. Sevebiliyorsan sev. Sevemiyorsan bu insanı unut, başkasını bul. Ama zamanını harcama.
Önemli olan bu sevgili mi, o sevgili mi meselesi değil; önemli olan sevgi.
Sevgi mutlu eder, insanlar sadece bahanedir.
Ama her şey sana bağlı çünkü bir insanla ne yapıyorsan başka biriyle de aynı şeyi yaparsın.
Birini mutlu ediyorsan seni niye terk etsin?
Ama onu mutsuz ediyorsan da niye terk etmesin?
Eğer onu mutsuz ediyorsan seni terk etmesine ben yol açarım!
Ama onu mutlu ediyorsan kimse onun seni terk etmesine yol açamaz bunun yararı olmaz, o zaman senin için bütün dünyayla savaşacaktır.
O yüzden daha mutlu ol.
Zamanını kullan ve geleceği düşünmene gerek yok, bu an yeterli.
Bu andan itibaren bu anı yaşamaya çalış. Bu anı endişelenmek için değil yaşamak için kullan.
Biraz ilgi, biraz paylaşma. Hayat bundan ibaret.
HER İNSAN RUHSAL BİR GÜVENLİK ALANI YARATIR;
Bu güvenliğin kendi hapishanesi olduğu gerçeğini fark etmeden insanlar her türlü güvencesizlikle çevrilidir. Bu yüzden korunma yaratmak doğal bir arzudur. Sen içinde yaşadığın tehlikelere karşı daha tetikte oldukça bu korunma gittikçe daha çok büyür. Hapishanen gittikçe küçülür; o kadar korunmalı yaşamaya başlarsın ki, yaşaman imkansızlaşır. Hayat sadece güvencesizlikte mümkündür. Bunu anlamak çok önemli.
Hayat özünde güvencesizliktir. Kendini korumaya alırken bütün hayatını yok ediyorsun. Korunma ölümdür çünkü sadece mezarında ölü yatanlar tam olarak korunma altındadır. Onlara kimse zarar veremez, onlar için hiçbir sorun yoktur. Onlar için artık ölüm yoktur, her şey geçmişte kalmıştır. Hiçbir şey olmayacaktır.
Bir mezarın güvenliğini mi istiyorsun? Bilmeden herkesin yapmaya çalıştığı şey bu.
Yöntemleri farklı ama hedefleri aynı.
Parayla, güçle, prestijle, topluma uyum sağlamakla, sürüye katılmakla, aileye ait olmakla ne arıyorsun?
Belirsiz bir korkuyla çevrilisin ve o korkuyla kendi aranda mümkün olduğu kadar çok parmaklık yaratıyorsun. Ama o parmaklıklar senin yaşamana engel olacak. Bunu anladığın zaman, sannyas’ın anlamını anlayabilirsin. O, hayatı güvencesizlik olarak kabul etmektir, savunmayı bırakmaktır, hayatın seni ele geçirmesine izin vermektir. Tehlikeli bir adımdır ama bunu yapabilenler karşılığını fazlasıyla alır çünkü sadece onlar yaşar. Diğerleri sadece hayatta kalır.
Hayatta kalmakla yaşamak aynı şey değildir.
Hayatta kalmak sadece sürünmektir. Beşikten mezara kadar sürünmek, mezarın ne zaman geleceğini düşünerek…Beşikle mezar arasındaki alanda korkulacak ne var? Ölüm kesinlikle olacak ve kaybedecek hiçbir şeyin yok. Hiçbir şeyin olmadan geliyorsun. Korkuların sadece birer yansıma. Kaybedecek hiçbir şeyin yok, elindeki her şey bir gün zaten kaybolacak. Eğer ölüm kesin olmasaydı o zaman güvenlik yaratma fikrinin bir anlamı olabilirdi. Eğer ölümden kaçabiliyor olsaydın o zaman ölümle aranda parmaklıklar yaratman gerçekten doğru olurdu. Ama ondan kaçamazsın. Ölüm orada, bu bir kere kabul edildiğinde ölümün bütün gücü kaybolur, yapılacak bir şey yoktur.
Yapılacak bir şey yoksa, niye kafanı yoracaksın?
Savaşa yürüyen askerlerin titrediği bilinen bir gerçektir. İçlerinden bilirler ki akşama hepsi dönmeyecektir. Kimin dönüp kimin dönmeyeceğini kimse bilemez ve dönmeyenlerden biri olmak muhtemeldir.
Ama psikologlar şöyle tuhaf bir şey gözlemlemiş: cepheye ulaştığı anda askerin korkusu tamamen kayboluyor. Oyun gibi savaşmaya başlıyor.
Ölüm bir kere kabul edilince acısı nerdedir? Ölümün her an gelebileceğini bir kere kabul edince varlığını tamamen unutuyor.
Ordudan çok sayıda arkadaşım oldu çok neşeli, çok rahat adamlar olduklarını görmek tuhaftı. Herhangi bir zamanda çağrı gelebilir – silah başına – ama onlar kağıt oynar, golf oynar, içer, dans eder. Hayatın keyfini tam çıkarırlar.
Bana sık sık gelen bir komutan vardı. Ona sordum;
“Nerdeyse her gün ölüme hazırsın; yine de mutlu olmayı nasıl başarıyorsun?”
O da dedi ki,” Başka yapacak bir şey var mı? Ölüm zaten kesin.”
Bir kere kesinliği, kaçınılmazlığı kabul ettin mi, o zaman ağlayıp şikâyet etmek, mezara kadar sürünmek yerine niye dans etmeyesin?
Beşikle mezar arasındaki zamanı neden en iyi şekilde geçirmeyesin?
Her anı sanki sonraki an hiç gelmeyecekmiş gibi bütünlükle yaşamayasın?
Keyifle ölebilirsin, çünkü keyifle yaşadın.
Ama kendi psikolojisinin çalışma prensibini anlayabilen çok az insan var.
Yaşamak yerine korunmaya çalışıyorlar.
Şarkı ve dans olabilecek enerji, daha çok para, daha çok güç, daha çok hırs, daha çok güvenlik için harcanıyor. Harika bir sevgi çiçeği olabilecek enerji , evliliğin hapishanesine dönüşüyor. Kanun, toplum düzeni, saygınlık fikri, insanların bakışı açısından evlilik güvenlidir.
Herkes başkalarından korkar, o yüzden de insanlar rol yapmaya devam eder.
Sevgi kaybolur, senin elinde değildir bu. Bir rüzgâr gibi gelir, rüzgâr gibi de gider.
Uyanık ve farkında olanlar rüzgârla dans eder, serinliğinin ve kokusunun tadını çıkarırlar.
Gidince de üzülmezler.
Bilinmeyenden gelen bir armağandı. Yine gelebilir.
Beklerler; yine, yine gelir.
Yavaş yavaş öğrenirler, sabırla bekleyerek.
Ama yüzyıllardır çoğu insan bunun tam tersini yapmıştır. Rüzgârın kaçabileceğinden korkup bütün kapıları, pencereleri, çatlakları kapatırlar. Güvenlik için kurdukları düzendir bu ve adına da “evlilik” denir. Ama çok şaşırırlar. Bütün kapılar ve pencereler kapanınca en küçük çatlaklar bile kapanınca, harika serinlikte bir rüzgâr yerine ölü ve bayat bir hava kalır.
Herkes bunu hisseder ama içeri kapatıldığı zaman rüzgârın güzelliğinin yok olduğunu fark etmek cesaret ister.
Yaşayan hiçbir şey yakalanıp hapsedilemez. İnsan var olduğu sürece tam bir şükran duyarak, açıklıkla her türden deneyimlere izin vererek yaşamalı. Şükran duyarak ama yarın korkusu duymadan.
Eğer bugün güzel bir sabah, güzel bir gün-doğumu, kuş sesleri, çiçekler getirdiyse niye yarını dert edesin?
Yarın başka bir gün. Belki gündoğumu başka renkler getirecek.
Belki kuşların sesi biraz değişecek belki yağmur bulutları ve yağmurun dansı olacak.
Ama onun kendi güzelliği, kendi armağanı var.
İyi ki her şey değişiyor; hiçbir gece aynı değil hiçbir gün diğerini tekrarlamıyor.
Yeni bir şey hayatın bütün heyecanı ve coşkusu burada yoksa insan çok sıkılır.
Ve hayatını güvenlikle dolduranlar çok sıkılıyor.
Eşlerinden, çocuklarından, arkadaşlarından sıkılıyorlar.
Milyonlarca insanın deneyimi can sıkıntısı, ama bunu gizlemek için gülümsüyorlar.
Nietzche diyor ki; “Mutlu bir adam olduğumu sanmayın. Gözyaşlarımı gizlemek için gülümsüyorum. Gözyaşlarımı engellemek için gülümsemekle meşgulüm. Gülümsemediğim anda gözyaşları akın edebilir.”
İnsanlara tamamen yanlış tutumlar öğretiliyor. Gözyaşlarını gizle, her zaman mesafeni koru, başkalarını uzak tut.
Çok yakına gelmesinler çünkü o zaman senin içindeki o sefaleti, can sıkıntısını, öfkeyi görürler, hastalığı görürler. İnsanlığın tümü hasta çünkü hayatın güvencesizliğinin dinimiz haline gelmesine izin vermedik.
Güvencemiz tanrılarımızda, güvencemiz erdemlerimizde, güvencemiz bilgimizde, güvencemiz ilişkilerimizde. Tüm hayatlarımızı güvence bonoları biriktirerek harcıyoruz.
Erdemlerimiz, sofuluğumuz öldükten sonra güvende olmak için yarattığımız şeyler. Öbür dünya için yarattığımız banka hesapları.
Ama bu arada muhteşem güzellikte bir hayat elinden kayıp gidiyor. Ağaçlar çok güzeldir çünkü onlar güvencesizlik korkusu bilmez. Vahşi hayvanlar çok ihtişamlıdır çünkü onlar ölümün var olduğunu bilmez, güvencesizliği bilmez.
Çiçekler güneşte de yağmurda da dans eder çünkü akşam neler olacağını dert etmezler.
Yaprakları dökülecek ve nasıl bilinmeyen bir kaynaktan ortaya çıktılarsa yine aynı bilinmeyen kaynağa doğru gözden kaybolacaklar. Ama bu arada, bu görünme ve kaybolma arasında ya dans etme ya da kederlenme fırsatları var.
Sahici bir insan güvenlik fikrini tamamen bir yana atar ve tam güvencesizlikte yaşamaya başlar çünkü yaşamın doğası budur. Bunu değiştiremezsin. Değiştiremediğin şeyi kabul et ve neşeyle kabul et. Boş yere kafanı duvara vurma, öylece kapıdan geç.”
Kavramların kendisi kısıtlayıcıyken bir de onları kutsallaştırmak zihinlerimizi ve ruhlarımızı hapsediyor.
Gün geçtikçe mutsuz ve yalnız insanların sayısı hızla artıyor. Kavramlara hapsettiğimiz zihinlerimiz ve ruhlarımız “imdat” çığlıkları atıyor.
Bize öğretilenlen kavramların içini tekrardan doldurmamız gerekiyor bunun zamanı geldi de geçiyor. Ben birçok kavramdan zihnimi ve ruhumu özgürleştirdiğimden beri sağlığımdan, ilişkilerime hayatımın birçok alanı iyileşti, güzelleşti.
Kolay değil. Gelenek, görenek, el – alem, aile, eğitim, medya ve nice zihnimizi şekillendiren dogmalar ve dayatmalar varken hiç kolay değil.
Kendi hikayesini dogmalara ve öğretilmişliklere “dur” diyebilenler yazabiliyor. Kendi hikayesini yazabilenler daha mutlu ve özgür.
Kendi hikayenizi yazabilmeniz dileğimle…
Sevgilerimle,
Ayça Akın
Instagram | Twitter | Clubhouse : aycaakin