AÇIK BÜFEYİ DEĞİL, ŞEFİN SPESİYALİNİ TERCİH EDİYORUM.

Bazen insan öyle bir noktaya gelir ki masaların etrafına toplanmış uğultunun hakim olduğu insan kalabalığının içinde aniden bir sandalyenin üzerine çıkıp avazı çıktığı kadar “Beni anlayan bir Allah’ın kulu yok mu?” diye bağırmak ister.

Bunu zaman zaman ben de yaşıyorum. Hatta “Bende mi bir gariplik var?” diye kendime çok sormuşluğum, aynı duyguları hisseden aynı durumları yaşayan arkadaşlarımla da çok kez sorgulamışlığımız vardır.

Ben sosyal bir introvert (içedönük)’im.

Hayır, bizde bir gariplik yok. Bizler “introvert (içedönük)” kişilikleriz. Toplumun büyük bir kesiminin – genelde de extrovert (dışadönükler) tarafından – asosyal diye etiketlendiği kişilikler değil. Asosyal kişilik ile introvert (içedönük) kişilik çok başka. “Introvert (içedönük)” yani enerjisini kendi içinden alan – kişiler. Yalnız olmak tüketen bir durummuş gibi algılansa da introvert (içedönük) kişilikler yalnızlıktan beslenir, enerji alır, yenilenir.

Mesela biz introvert kişilikler yalnız kaldığımızda daha huzurlu daha verimli çalışırız daha az yoruluruz. Sürekli insanlarla iç içe olmak bizi yorar. Yalnız kalmaktan değil, kalamamaktan korkarız biz. Bu insanları sevmediğimiz ya da asosyal olduğumuz anlamına gelmez. Aksine yalnız kalarak enerjimizi fullediğimiz için sosyalleştiğimiz zaman tüm enerjimizi karşımızdakine, o ortama veririz yani sosyalleştiğimizde sosyalliğin hakkını veririz sadece extrovert (dışadönük)lüğün sosyallik, başarı, mutluluk gibi algılandığı dünyada bizler çok seçiciyiz. Çünkü enerjimizi bir çok kişi ve yere bölemeyiz. Bunu yapamayız, yapamayız diyorum çünkü beceremiyoruz, yaptığımızda sersemliyoruz, yorgun düşüyoruz. Bu yüzden enerjimiz konusunda egoistiz.

Bu da demek oluyor ki biz introvert’ları bir partide çok nadir görebilirsiniz. Görürseniz de bilin ki büyük ihtimalle hatır için gelmişizdir, ya bir köşede elimizde telefonumuzla oturuyoruzdur ya da mekanın cam kenarına kaçmış dışarıyı izliyor zihnimizde de nasıl kaçarımın yolunu arıyoruzdur. Bu demek değildir ki partileri hiç sevmeyiz, severiz ama orada bulanacağımız süre sabahlara kadar değil kısıtlıdır.

“Parti mi, sakin bir akşam yemeği mi?” diye sorsanız hiç düşünmeden akşam yemeği deriz.

 “Hafta sonu gelsin de dışarı çıkayım, şuraya gideyim, bununla buluşayım” gibi planlar yapmayız genelde. Haftasonu planlarımız evde işleri yapmak, kitap okumak, Netflix izlemek olur çoğunlukla.

Üç gün evden çıkmasak sıkılmayız.

Sevgilimizle bile devamlı vakit geçirmek sürekli iletişimde olmak bizi yorar. Üç, dört gün üst üste vakit geçirmişsek birkaç gün görüşmeme ihtiyacı duyarız.

Sürekli “aşkitoooommm”, “çikeletooomm”, “gülüm”, “balım” mesajları atan, ilgi bekleyen tiplerle birlikte olamayız.

Bu sebeple “bundan hayır gelmez” diye çok yaftalanıp, sık terkedilebiliriz hatta sevgili edinmekte zorlanabiliriz.

Sorun yok zaten biz ilişkilerimizde de arkadaşlıklarımızda da açık büfeyi değil, şefin spesiyalini tercih ederiz.

Kendimiz gibi şefin spesiyalini tercih eden birine denk gelirsek uzun ömürlü ve doyumlu olur ilişkilerimiz.

Bu durum bizi, siz extrovert (dışadönük)lerin gözünde kendini beğenmiş yapabilir ama değiliz sadece nitelik değil, nicelik felsefesindeyiz.

Yüzeysellikten hoşlanmayız, sohbetlerimizde anlam ararız. Dolayısıyla biraz daha derin bakar, görünenin arkasındakini keşfetmeyi, keşfedeni severiz.

Son moda olan şeyleri konuşmak yerine hayallerimizden, düşüncelerimizden, duygularımızdan konuşmayı – konuşanı severiz.

Birçoğumuz sapyoseksüeldir. (Zekadan etkilenen. Cinsel anlamda da bedenden değil kişinin zekasından, düşüncelerinden, fikirlerinden vs. tahrik olan)

Sıradan insanları değil farklı kişileri daha çok severiz. Bu sıradan insanları sevmediğimiz anlamına gelmez sadece onları daha çok sever, tercih ederiz.

“Aynı” olandan sıkılırız. Aynı düşünceler, aynı davranışlar, aynı teselliler, aynı cevaplar…

Kendimizi göstermek yerine geri planda durmayı genelde tercih ederiz.

“Müsait misin?” sorusuna değilsek eğer çok net “hayır” diyebiliriz, şirinlik maskesi takamayız. Beceremeyiz. Hiçbir şey yapmadan sadece “düşünüyor” bile olabiliriz. Kendimizle baş başayız – müsait değiliz işte! Sorgulamayın, anlamaya çalışmayın çünkü biz anlamanızı beklemiyoruz. (Aslında bekliyoruz ama anlamayacağınızı da biliyoruz)

Muhtemelen on davetin yedisini reddederiz. “Olur” demişsek gerçekten çok değerlisiniz demektir çünkü en çok sevdiğimiz ortamımızı, evimiz yerine sizi tercih etmişiz.

Introvert (içedönük) deyince aklınıza suskun, konuşmayan bir karakter gelmesin. Dinlemeyi daha çok severiz, saatlerce sizi sıkılmadan dinleyebiliriz ama bize bolca yalnız kalma zamanları tanırsanız bir araya geldiğimizde bizi sustaramayabilirsiniz. Sonuçta kendimizle kaldığımızda enerji fulluyoruz, yenileniyoruz biz.

Yazmayı sözlü ifadeden daha çok tercih ederiz. E-posta, mesaj cevaplamak bizim için hiç de sorun olmaz.

Kafa dağıtmak için insana, ortamlara ihtiyaç duymayız. Netflix, kitap, kahve ile odamıza kapanarak, yıldızları seyrederek, müzik dinleyerek, yatağa uzanıp tavanı izleyerek, hayal kurarak, meditasyon yaparak, kendi başımıza şarkı söyleyerek kafa dağıtırız.

Hayattan zevk almak için kalabalıklara karışmak şart değil bizim için. Grup sohbetlerini değil, birebir sohbetleri severiz. Şekilden ibaret olan kalabalığı değil, doyum veren azlığı severiz.

Bir deniz kenarında veya odamızın kapısını kapatarak saatlerce hiçbir şey yapmadan oturabiliriz. Bu “İyi misin?”, “Neden böyle sessizsin?”, “Bir şey mi oldu?” gibi sorular sormanızı gerektirmez, o anlar gayet iyi hatta en iyi olduğumuz anlar çünkü kendimizle baş başayız. Bir sorun varsa da böyle çözüyoruz biz.

Dedim ya; “Aynı” olandan sıkılırız biz. Aynı fikirlerle, aynı sözlerle, aynı tesellilerle geleceksiniz, gelmeyiniz.

Kısaca asosyal olarak yaftaladığınız introvert (içedönük) insanlar bir garip değildir. Bu bir mecburiyet değildir. Bile isteye bir tercihtir. Bu durumun doğuştan dopamin ile ilgili olduğunu söyleyen araştırmalar da var ama. Doğuştan ya da sonradan…Introvert (içedönük) insanlar, insanın nasıl iyi hissediyorsa öyle yaşaması gerektiğini sırf öğretilmişlikler, ezberlerle, şekillerle birileri “ne kadar da sosyal insan”, “ne kadar da çok çevresi var” vb. desinler diye klişelerle yaşamamayı, “aynı” olanın içinde nefes alınmadığını, “aynı” olanın aynılaştırdığını, fark yaratan şeyin “farklı olanı yapmak”la olduğunu, gücün dışardan değil, içerden geldiğini, gücünü içerden, kendinden alan kişinin sağlam bastığını ve hayattan keyif almanın tek yolunun bu olduğunu öğrenmiş kişilerdir.

Sevgiler,
Ayça Akın
Instagram : aycakn