SORUYORUM KADIN HAKLARI SAVUNANLARA…

Birçok şeyin içinin boşaltığı, özellikle de bir takım şeylere malzeme yapıldığı iki yüzlülükler de son zamanlarda gün gibi kendini gösteriyor, tabii görmek istemek ya da kafayı kuma gömmek kapasite meselesi olmak ile birlikte tercih meselesi de.

Çıkarlar söz konusuysa kafayı kuma gömmek tercih ediliyor!

Süreli nafaka ve Emine Bulut cinayetinden sonra bir cinsiyetçilik yarışı aldı başını gidiyor.

Bu yarışın başlaması aslında bir yerde iyi oldu, maskeler düşmeye başladı kimisi de bir şeyleri fark edip kendi aklıyla düşünmeye başladı.

Mesela süresiz nafakanın süreli olması gündeme geldiğinden beri birçok hemcinsimin aslında derdinin hak, hukuk olmadığını, bilinçaltında yatan düşüncelerinin karşı cinse, ayrıldıkları eski eşlerine besledikleri intikam duygusunun olduğunu daha net şekilde gördük.

“Kadına Şiddete HAYIR” diyenlerin, “Aldatan Eşinin Cinsel Organını Kesti” gibi haberlere “Oh iyi yapmış ellerine sağlık” diyerek alkış tuttuğuna, “Kadına Şiddete Hayır” diyenlerin şiddete şiddetle cevap verme iki yüzlüklüklerine şahit olduk.

Kulaktan dolma bilgilerle, iki ayrılık acısı yaşayıp kankalarından aldıkları akılarla, terbiyeden uzak sloganları pankartlara yazarak kendilerinin feminist olduğunu iddia eden sözde feministlerin kendilerine yandaş olmayan eşitlikçi hemcinslerini nasıl linç ettiğine şahit olduk ki bu linçlere uğrayanlardan biri de benim.

Medyada toplumsal cinsiyet eşitliğine vurgu yapanların “sorunu çıkartan da erkek, savaşı çıkartan da erkek, her türlü musibeti başımıza getiren de erkek” diyerek nasıl öfke diliyle algı yapıp toplumsal ayrıştırmayı körüklediğini, iki cinsi algıda birbirine düşman etme çabasını gördük.

Kafayı kuma gömenlerin, ötekileştirme yapanların Stk’lar olduğunu gördük.

Yıllarca derneklerden vakıflara, yönetim kurullarında yer almış, sosyal işlerinden sorumlu, proje koordinatörlüğü yapmış bu konuyla ilgili hem yurtdışında hem TBMM’de hem de üniversitelerde konuşmalar yapmış, global bir stk’dan “Küresel Sosyal Farkındalık Ödülü” almış biri olarak soruyorum “KADINA ŞİDDETE HAYIR” diyerek kadın hakları savunanlara;

Şiddete, istismara karşı durmak ya da şiddeti önlemek için şiddete, tacize uğrayanın illa “KADIN” mı olması gerekir? Şiddet insana ait bir olguysa kadın, erkek ayrıştırması yapmanın mantığı, amacı nedir?

Engelli kadın bireylerin çoğu cinsellikte sadece tatmin için kullanılıyor. Engelli oldukları için ön yargı ile yaklaşılan bu kadınlar duygusal ihtiyaçlarını gidermekte zorlanıyorlar dolayısıyla en ufak bir tatlı söze, yakınlığa kolayca kanabiliyorlar. Bunu fark eden kişi(ler) ise bu duygusal boşluklarını kullanarak çok rahat istismarda bulunuyor. Bu nedenle engelli kadınlar tacize, şiddete, istismara daha çok maruz kalıyorlar ve en acısı da şikayet edemiyorlar çünkü başta tacizci, şiddeti uygulan kişi tarafından “iftira attığını söylerim, sana değil bana inanırlar” denilerek baskılanıyorlar, direnme gösterirse dayakla susturuluyor.

Yakınlarıyla paylaşsalar, “Kim seni neden taciz etsin, yalan söylüyorsun” denilerek susturuluyorlar.

Yani fiziksel ve psikolojik şiddetin her türlüsüne aynı anda maruz kalıyorlar.

Soruyorum “KADINA ŞİDDETE HAYIR” diyerek kadın hakları savunanlara;

Bu kadınları neden görmüyor, neden duymuyor, neden savunmuyorsunuz?

Bir kadını, bu kadınları görmeniz, duymanız için sizin gözünüzde ne kadar kadın olmaları gerekir? Nedir mesela KADIN OLMANIN kriterleri?

Dolgun kalçalar, dolgun göğüsler, sütun bacaklar, pürüzsüz cilt midir “KADIN” demek, denilmek için gerekli olanlar?

Sevgiler,
Instagram
Twitter