MADALYONUN İKİ YÜZÜ

Artık gerçekten şu soruyu birilerinin sorması gerekiyor. Bazılarının isimlerinin önünde uzman vs. yazıyor diye her şeyi bildiklerini sanıyor ve resmen itaat ediyoruz. Benim bir arkadaşım malesef bu tek boyutlu şey yüzünden (ben ne olduğunun adını koyamıyorum artık) sağlığından oldu, hastanelerde yattı, ölümlerden döndü.

“Sevgi görebilmek için kendime ve değerlerime ihanet etmek zorunda değilim.” bunu uzman olduğunu söyleyen biri paylaşınca artık dayanamadım bu konuyu masaya yatırmaya karar verdim.

Benim yukarıda bahsettiğim arkadaşım kendi değerlerine ihanet etmedi. Kendi değerlerine ihanet etmedikçe hayatından birçok kişi eksildi, buna 1. derece yakını kardeşleri de dahil. Bir süre sonra arkadaşım evinin balkonunda tüm gününü tek başına geçirirken buldu.

Sürece başından sonuna kadar şahit olan ve de her gün bir dost olarak yanında olmaya çalışan biri olarak birkaç gün haber alamadım. Sonra merak ettiğimi tahmin ederek beni aradı ve ağlaya ağlaya anlattı olanı. Acile kaldırılmış. Tanısını tabii ki paylaşmayacağım, ama doktoru bu durumun meydana gelme sebebinin strese, üzüntüye bağlı olduğunu çok net ifade etmiş. O gün ve o günden sonra haftalarca arkadaşım her telefonla konuştuğumuzda bana ağlaya ağlaya şu cümleyi kurdu; “Mutsuzluktan öleceğim Ayça”

Arkadaşım şu an 44 yaşında. 18 yaşında çok ağır bir yaşam mücadelesine girdiği için dönem dönem psikiyatrist desteği almak zorunda kaldı. Uzuuun yıllar sonra bu son yaşadığı durum için de psikoloğa yönlendirildi, ama arkadaşım bu sefer gitmeyi reddetti. Gerekçesini sorduğumda ise “Aynı şeyleri dinlemekten bıktım Ayça” dedi.

MADALYONUN İKİ YÜZÜ!

Hayatın içinde karşılaştığımız her olayın, her düşüncenin, her fikrin kısaca her şeyin en az iki yüzü var. Son zamanlarda SÖZDE kişisel gelişimcilerin, bazı psikologların – ki buna çok şaşırıyorum – dillerine pelesenk olmuş “değerlerime ihanet etmek zorunda değilim.”, “ben çok kıymetliyim”, “Sen biriciksin” gibi tek yönlü egosantrik telkinlerinin verdiği zararları kimse farkında değil.

MADALYONUN ÖN YÜZÜ – Değerlerime sahip çıktım. Değerlerime sahip çıkarken kendimi yok mu ettim? Duvar olup duvarın arkasında mı kaldım?
MADALYONUN ARKA YÜZÜ – Değerlerime sahip çıktım. Değerlerime sahip çıkarken birilerini yok mu ettim? Duvar olup duvara çarptırarak yaraladın mı?

Eğer biri yaşayacak diye diğeri ölüyor ya da ciddi yaralar alıyorsa – buna kendimiz de dahil – orada yanlış bir şey vardır. Değerimize, değerlerimize sahip çıkmak varoluşsal olarak elzem, ama bunu yaparken kendimizi ya da birilerini yok ediyorsak orada değerlere sahip çıkmaktan söz edilemez cinayetten söz edilir. Bir insanın ruhsal olarak kendisini yok etmesi, bitirmesi, bir insanı ruhsal olarak yok edip bitirmesi de cinayettir.

Tüm ruhsal cinayetler madalyonun tek yüzünü gördüğümüz için.

İnsanın kendisini koruması gerekir. Bu çok doğru! İşte sorun tam da burası. Korumaktan anladığımız nedir? Duvar örüp, o duvarların arkasında tutsak kalmak mı, duvar örüp birilerinin o duvarlara çarpmasına neden olup yaralanmasına, ölmesine sebep olmak mı?

Bir insanın iyileşme sorumluluğu tamamiyle kendisine aittir. Bu da doğru. Peki, bir insana bile bile duvar olup ya da bıçaklar saplayıp, yaralayarak “hadi, iyileştir kendini” demek insanlığın neresindedir? Hangi bilim insanlık, vicdan dersi verebiliyor? Ya da hangi bilim veya uzman aslında sorunun kaynağını çok iyi bildiği halde “bu bir insanlık, vicdan meselesi” deyip elini taşın altına koyuyor? İşini farkındalıkla, bilgiyle, insanlıkla, adaletle donatarak yapan herkesin önünde eğilirim, ama şahsen benim birçok bilim alanına ve uzman, profesör sıfatı taşıyana inancım yitip gitmiş durumda.

Masaya yatırılması gereken, konuşulması gereken bundan sonrası…Konuşalım!

Şu pek moda olan engelleme meselesi

Sırf “bu benim bireysel hakkım”, “bireysel sınırlarım” vb. gerekçelerle ya da “Aaa, senin kaşının üstünde kaş varmış yahu” denilerek anlamsız şekilde hatta gerekçesiz – açıklamasız engellenmiş, kendini ifade etme hakkı zorbalıkla elinden alınmış, kendini ifade edemediği için duygusal zehirlenme yaşayarak anksiyete sahibi olmuş, aylarca depresyon, fizyolojik sağlık sorunları yaşamış, antidepresana başlamış, yaşam enerjisi sönmüş, değersizlik, tükenmişlik hisleriyle kendine zarar verme boyutuna dahi gelmiş çok insan tanıyorum. Bu boyuta gelmeyenler ise kendini istemeyerek de olsa izole etmiş daha doğrusu bu izolasyona mecbur bırakılmış durumda. Tıpkı bahsettiğim arkadaşım gibi…Bir noktadan sonra iyileşmek için uzmana gidenler bu kişiler. Yani bıçak saplanıp, “hadi, şimdi iyileş, iyileşmek senin sorumluluğunda” denilenler…

Tamam! Bu insanlar iyileşme sorumluluğunu bireysel olarak almalı, alacaklardır da çünkü yola devam etmeleri için bunu yapmak zorundalar! Peki, bu insanları bu hale getirmek suç değil mi?

Görünen o ki değil. SÖZDE kişisel gelişimcilerin, bazı bilinçsiz psikologların dillerine pelesenk olmuş “değerlerime ihanet etmek zorunda değilim.”, “ben çok kıymetliyim”, “Sen biriciksin” gibi tek yönlü egosantrik, kibir büyüten telkinleri ile de gayet de hak haline gelmiş gibi.

En yakınlarınız, en yakın arkadaşlarınız bile sizin maruz kaldığınız bu duygusal zorbalığı, psikolojik şiddeti, yediğiniz psişik yumrukları, ruhunuzun bedeninizde somutlaşmış çığlıklarını görmez, kolayca “Amaan, değmez boş ver” der. Hatta güzelleme de yaparlar; “susmak erdemdir” derler, “susmak cevaptır” derler, ”Ne muhatap olacaksın, Allah’ından bulsun” derler…Susmak gibi akıl dışı bir şeyle kendinizi ortaya koymanızı beklerler, buna da “duruş” derler. Bu sessiz, erdemli “duruş”un bir tık sonraki adı “olgunluk” olur.

Onlar dedikçe sen ya susarsın ya da olmadık zamanlarda öfkeli davranışlar sergilemeye başlarsın. Bu sefer de ya “sana gelmişler” olur ya da senin öfke kontrol sorunun vardır. Aslında duygusal zehirlenmenin belirtileridir bunlar tıpkı bayat bir tavuk ya da balık yediğinde kustuğun gibi…zehirlenmişsindir. O zehiri temizlemezlerse öleceksindir. Bunu görmezler, görmedikleri gibi o zehiri de senin temizlemeni beklerler. Çünkü iyileşmek senin sorumluluğundadır, çünkü “Kendini ancak sen iyileştirebilirsin.”

Ayağı kırık birine oturdukları yerden “kalk, koş” demek gibi bir şeydir bu. Aslında iyi niyetli gibi görünür ama ruhu öldüren darbedir.





Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde 6 ihtiyaç tamamlanabilirse kişi kendini gerçekleştirebilir, var olabilir. Bugün “Sevgi görebilmek için kendime ve değerlerime ihanet etmek zorunda değilim.” gibi söylenen şeyler (hala ben adını koyamıyorum bu şeylerin) bizim güvenlik, ait olma, saygı, bilişsel ihtiyaçlarımızı (4 temel ihtiyacımızı) yok sayıyor. Bugün günümüzde antidepresan, madde kullanımı artmış durumda. İnsanlar ilişki yerine, çokça cinsel ilişki yaşama peşinde. Kimse iletişim kurmuyor, karşısındakini anlamak için dinlemiyor, bir şeyleri tamir etmiyor. Bana kalırsa bunun en büyük nedenlerinden biri bu; bir şeylerin sebebinin de sonucunun da sadece hasar alanların üzerine yüklenmesi, hasar verenlerin görülmemesi.

Bazı eylemlerde bulunurken şu iki soruyu sorma cesaretini gösterin kendinize;

Değerlerime sahip çıkarken kendimi yok mu ettim? Duvar olup duvarın arkasında mı kaldım?
Değerlerime sahip çıkarken birilerini yok mu ettim? Duvar olup duvara çarptırarak yaraladım mı?


Bu iki soruyu cesaretle sormayı, madalyonun iki yüzüne de cesaretle bakmayı başarabilirseniz o zaman sevgiyi aramak zorunda da kalmayacak insan, sevgi kendisini kendi, çoğalarak varedecek. Ve eğer değerlerinize sahip çıkarken birileri ölmüyor iki tarafta yaşıyorsa siz asıl o zaman değerlerinize sahip çıkmayı başarabilmiş, bilge bir ruha ve erdemli bir varoluşa erişmişsiniz demektir.

Sevgiler,
Ayça Akın