Bir süredir arkadaşımla sohbet gündemimizde şu var; “ZORUNDA MIYIM?”
Artık biz bu saçmalık karşısında işi dalgaya vurmuş durumdayız. Çünkü bu “zorunda mıyım?” cümlesini kuranlar bizim gözümüzde son derece komik bir durumdalar.
Aslında ben çok uzun zamandır takığım bu “Zorunda mıyım?” cümlesine ve diline pelesenk edenlere. Sinan Canan’ın; “Kişilik bozukluğu alametlerinin bolca “like” aldığı bir devirdeyiz. Ama tehlikenin farkında değiliz pek…” tweet’i Twitter akışıma düşünce de yazmadan edemedim bu yazıyı belki cümlelerim bir şeyleri farkında olmayanların aklında yer eder diye.
Kişisel gelişim dediğimiz şey nedir?
Kişinin gelişmesi diye basitçe özetleyebiliriz.
Kişi nasıl gelişir?
Okuyarak, sorgulayarak, düşünerek, yaşadıklarından kendine bir şeyler katarak, kendisiyle, duygularıyla bağ kurarak, eğitimler alarak…yolu çoktur gelişmenin.Minicik her damla göl sonra da okyanus yapar insanı.
Kişisel Gelişimci Nasıl Olunur?
Okuyarak, sorgulayarak, düşünerek, yaşadıklarından kendine bir şeyler katarak, kendisiyle, duygularıyla bağ kurarak, eğitimler alarak…yolu çoktur gelişmenin.Minicik her damla göl sonra da okyanus yapar insanı.
Peki, günümüzde kişisel gelişimci nasıl olunuyor?
10 Bin TL’yi veriyorsun, “Yeter ki iste”, “Sen değerlisin” mottosunu ezberliyorsun, “uluslararası geçerli” ibareli havalı sertifikayı alıyorsun, işte oldun.
Hani bunun felsefik düşünme yeteneği, hani bunun sosyolojik sorgusu hani bunun kendi zihninde, hayatında yarattığın ve ortaya koyduğun farkı…
Bunlar yok ise çoğu SÖZDE(!) kişisel gelişimcinin danışanlarının da zihninin alacağı şekil “Zorunda mıyım?” egosu ekilmiş zihinler olacaktır. Bunun üzerine bir de kişinin içsel boş zemininin üzerine koyduğu etiketleri ekleyin egonun tadından yenmez.
ZORUNDA DEĞİLSİNİZ, YEMEYİN!
İçsel boş zemin…Tam da sorunun kaynağı burası zaten. Hani “sonradan görme” dediğimiz bir söz vardır ya, ben biraz buna benzetirim bu durumu. Aileden bir görgü yoksa sonradan sahip olduklarıyla nasıl davranacağını bilmez kişi, gösterir durur sahip olduklarını etrafa göze sokarcasına.
İnsanın varoluşsal boşluğunun, özüne yabancılığının üzerine “sen değerlisin”, “sen kıymetlisin, zorunda değilsin” egosunu inşa ederseniz o da gelir size “Zorunda mıyım?” der, adını da “özgürlük” diye süsler işte.
Dedim ya ben uzun zamandır duyuyorum bu “Zorunda mıyım?” cümlesini, ama son zamanlarda daha sık duymaya başladım bu bilinçsiz kişisel gelişimcilerin, bireysel aşk hayatlarında yaşadıkları can acılarını danışanın zihnine ego olarak eken ilişki danışmanlarının sayesinde.
Bir arkadaşım vardı, iyi gününde kutlamasını, kötü gününde tebessüm edebilmesi için çiçeğini vb. güzel cümlelerimi ve zamanımı eksik etmediğim…Bir gün bir telefon konuşmamız sırasında durduk yere sempatik bir üslupla; “ya xxx bana kitap alsanaaa, mutlu et şu garibi bee” dedim, Allah’mı söyletti nedir…aldığım cevap karşısında beynimden vuruldum, bir anda ciddileşti; “Ben seni mutlu etmek ZORUNDA MIYIM?” dedi, sonrası tartışma ve bitiş.
O gün bugündür bu cümleyi duyduğum herkesle mesafeliyim çünkü biliyorum ki hem nüfus yaşında “yetişkin” olan hem de kendisini “yetişkin” diye adlandıran biri, bir insanın yüzünü tebessüm ettirmenin zorunluluk değil içten gelen, isteyerek yapılan bir şey olduğunun bilincinde dahi değilse size hatta dünyaya verebileceği hiçbir şey yoktur.
Farkındalığı bu denli düşük insanların sığlığının egoya dönüşmesidir “ZORUNDA MIYIM?” sözü.
Değil, kimse hiçbir şeyin zorunluluğunda değil.
Mesele de zaten zorunda olmak değil. Mesele istemek, mesele insani değerler taşımak, mesele karşınızdakine, sevgiye, aşka, dostluğa saygı duymak, değer, önem vermek…
Yoksa insanda bazı değerler çok kolay yönetilir kendi egolarıyla ve ne acıdır insanın kendi egosuyla vurulması, basit bir “sen çok değerlisin, zorunda değilsin” sözüyle hem kendisinin hem ilişkilerinin yönetilmesi…
İpleri başkasının elinde olan kukla misali…
Sevgiler,