SOFRAYA KOYABİLDİĞİN BU MU?

Hiç yapmadığım şeydir mesajlara cevap vermemek ya da aramalara dönmemek. Nasıl olduysa bir arkadaşımı arşive taşımışım, bir hafta önce mesaj atmış görmemişim. Dün görünce aradım hemen açıkladım. Tek bir cümle söyledi; “Anladım farkında olmadığın bir durum yaşadığını yoksa sen asla cevap vermemezlik yapmazsın, seni bilirim.” Teşekkür edip, kapattım.

Dakikalarca düşündüm cümleleri üzerine. 1 gün benden dönüş alamayınca, “kesin bir terslik var.” deyip peşime düşen dostlarımı da…

Güven” dedim…Aslında ne kadar da kolay insanların birbirlerine geçirebildiği kıymetli, derin bir kavram.

Sonra “Zorunda mıyım?” diyerek güvenin ve dostlukların yapı taşlarına kendi elleriyle dinamit koyan insanlarımı – insanları düşündüm. “Aramak zorunda mıyım?”, “Cevap vermek zorunda mıyım?”, “Yapmak zorunda mıyım?” , “Dinlemek zorunda mıyım?”, “Canım isterse…” vb. deyip canı istediğinde iletişim kuran arkadaşlarımın (zamanında sayıları çoktu) “Ben yalnız da yaşarım, kimseye ihtiyacım yok” beylik sözleriyle gizledikleri utançlarını düşündüm…

İnsan her defasında “özgür iradem”, “bireysel sınır” gibi dengesi kaçmış kılıflar altında aynı duyarsızlıkla tekrar tekrar karşılaşınca bir noktadan sonra karşı tarafın hayatında ters giden bir durum olduğunu anlayamıyor. “Canı isterse cevap verir o” deyip, meraklanma gereği duymuyorsun. Gerek duymaktan ziyade o duygu içinde yeşermiyor. Çünkü sana o kadar iyi öğretmiştir ki özgür iradesiyle(!) canı isterse bir şeyleri yaptığını…

Bu “zorunda mıyım?”cılar da, “canım isterse”ciler de, “özgür iradem”ciler de insandır elbet. Ve bir gün öğrenirsin ki hastane odasında tek başınadırlar.

İnsansan eğer ya ararsın ya da koşarsın.

O iletişim kurulduğunda, o an ne o sana; “insan bir arar sorar…” diyebilir, ne sen ona; “insan bir haber verir…” diyebilirsin. Tek bir şey kendini gizleyemez; “Zorunda mıyım?” diyenin utancı.

Utancı kendinden midir, karşı tarafa mıdır bilinmez ama bilinen şudur ki; arkadaşlık, dostluk, sevgililik, eş olsun her ilişki çeşit çeşit lezzetlerden oluşan sofraya benzer. O sofranın şıklığı da, sofrada ki lezzetler de sofranın başında yapılan sohbetler de özel hissettirir, keyif verir insana. Herkes bir şey(ler) koyarsa adı “sofra” olur. Kimi ağız sulandıran tatlıyı yapar, koyar sofraya kimi enfes kokan lezzetli fırın yemeğini…Kimi şarabı getirir kimi acısı nefessiz bırakan mezeyi, kimi tuzundan yüz buruşturan, içilemeyen çorbayı…

Her şey ayarındaysa o yemekler de o sofranın sohbeti de lezzetlidir. Sırf acı aromalı yiyeceklerden oluşan bir sofra ağız yakar, erken kaldırır insanı lezzetsiz sofralar.

Kimi ilişki sofrasına “zorunda mıyım?” diyerek duyarsızlık koyar, kimi “sesi çıkmadı birkaç gündür, kesin bir terslik var.” deyip ilgi koyar.

Kimi sürekli suçlayarak eleştiri ya da öfke koyar, kimi sarılarak sevgi koyar…

Kimi sürekli sorun konuşup, sorun koyar kimi “Nasıl çözeriz?, Çözebilir miyiz?” diyerek çözüm koyar…

Çekinmeden sorun hayatınızdaki insanlara; sofraya koyabildiğin, sofra için yapabildiğin en iyi şey bu mu?

Sofradan kalkmak da tercihtir. Sizi zehirleyecek yiyeceklerin olduğu sofrada kalmakta ısrar etmeyin. O sofraya sürekli acı tatlar koyan insanları da o sofrada tutmayın. Herkes iyi aşçı değildir. İyi bir aşçı değilseniz siz de o sofraya oturmayın.

Sofraya ne koyduğunuza, ne koyduklarına iyi bakın. Çünkü o sofrada ya karnınız doyacak ya da o sofradan aç kalkacak, ya sofrada zehirlenecek ya da birilerini zehirleyeceksiniz.

Güzel haber şu; aşçılık öğrenilebiliyor!

Sevgiler,
Ayça
aycaakin.com | mindform.com.tr