NE OLMUŞ? Bunların bir önemi yok!

Yıllar öncesinin bir hikayesi bu. Tartışmıştık, beni her yerden engellemişti. Çıldırmıştım. O öfkeyle psikolog arkadaşımı aradım. Öfkemi kusa kusa bir yandan da ağlaya ağlaya anlattım olanları, beni her yerden engellediğini, hiçbir şekilde iletişim kuramadığımı…Bana “ne olmuş engellediyse” diye sordu. “Ne demek ne olmuş” dedim, “Nasıl yapar, saygısızlık bu, değersizlik bu, vicdansızlık bu” vb. diye sıraladım öfkeyle.
“Ne olmuş saygısızlık yaptıysa, ne olmuş değersizlik gösterdiyse ya da gördüysen” diye verdiğim cevapları soruya çevirerek sıra sıra bana sordu. O “Ne olmuş?” diye sordukça ben cevaplar buldum, hepsi de suçlayıcı cevaplardı. Bir zaman sonra verecek bir cevabım kalmamıştı. Bulamıyordum. Çünkü aslında olan hiçbir şey yoktu. Bana göre “oldu – oluyor” sandıklarım aslında benim ego ve kibirimin sesinden başka şeyler değildi. O konuşmada arkadaşım “Ne olmuş?” diye sordukça kibirimden ve egolarımdan kabuk kabuk arındığımı sonradan anladım ve o gün kibir ve egonun ne kadar anlamsız, başta kendime zarar veren ve beni tutsak eden şeyler olduğunu fark ettim.

İnsanız tabii ki anlık öfkelerimiz, duygu yükselişlerimiz, çöküşlerimiz oluyor, kontrol bir anda elden kontrolsüzce gidebiliyor. Bunda sorun yok, sorun o içsel fırtına geçtikten sonra kibiri, egoyu, “ben” bencilliğini besleyip büyütmemek. Ben “Ne olmuş?” sorusuyla o gün psikolog arkadaşım sayesinde hayat felsefem haline getirecek kadar öğrendim bunu.

Bugün şayet karşımdakinin patolojik bir ruhsal sorunu olmadığını biliyorsam karşımdaki hatalı da olsa “elbet bir yerlerde benim de payım vardır öyle davranmasında” deyip elimi korkmadan uzatabiliyorum. Gerekirse bir kere gerekirse beş kere. Çünkü biliyorum kimse kötü değildir özünde. Sadece yaşadıklarından dolayı duyguları renk değiştirmiştir. Kalbi kapanmıştır. Bu yüzden deneyebildiğim kadar deniyorum renkleri değiştirmeyi.

Aramın bozuk olduğu birini özlemişsem oyunlara girmeden, korkmadan yine de “ben özledim seni” diyebiliyorum.

Telefon, görüşme kötü sonlandıysa ertesi gün “konuşmalıyız” deyip arayabiliyorum ya da arandığımda tereddüt etmeden açabiliyorum.

Hemen aklıma “engellemek” gelmiyor. Olabildiğince yapmıyorum bunu. “Sonra konuşsak?” diyebiliyor, açık kapı bırakmaktan korkmuyorum. Çünkü istediğim zaman o kapıyı kapatabilme özgürlüğünü de taşıyorum ruhumda.

Biri bana bir kavgamız sırasında şöyle bir cümle kurdu; “bana hep sen geldin” ben de ona şunu dedim; “sen beni ezmek için bunu diyorsun, ama ben hep gelmekten asla gocunmadım, eziklik duymadım”

Kibir ve egonuzu büyütmediğinizde cevaplar da değişiyor.

NE OLMUŞ? sorusunu hep sorun kendinize. İnsan ölümlü dünyada aslında bir hiç olduğunu daha net görüyor ve kibir denilen, ego denilen şeyi bıraktığında özgürleşiyor. Bırakın karşınızdaki sizi istediği gibi yaftalasın, bırakın birilerinin gözünde ezik olun, aciz olun hatta zavallı olun. NE OLMUŞ? Bunların bir önemi yok. Korkmayın. Önemli olan sizin yola yüksüz devam etmeniz. Bunun da yolu kibirden ve egolardan sıyrılmak. Haklı olmayı değil mutlu olmayı seçmek. Yapabilirsiniz! Yapmalısınız da…

Çoğu insan haklı olmanın peşindeyken siz mutlu olmaya bakın. Çoğu insan haklılığını kibirle ilan ederken siz özgürlüğünüzü tebessümle ilan edin. Çünkü ruhen kaybettiklerinizin ardından “keşke” demek öldürür! Telafisi de yoktur. Bu dünyanın geçici olduğunun idrakine geç olmadan varın. Bu dünyada öğretilmişliklerle nasıl da ruhumuza, zihnimize tonlarca yük verildiğini, o yükleri sorgusuzca nasıl da kabul ettiğimizi görün. Birilerinin, onun gözünde küçük düşerim diye susmayın, kaçmayın, sönük olmayın. Kalbiniz rehberiniz. Hisleriniz yol haritanız. Zincirlerinizi kırın! Bırakın başkaları kendisiyle savaşsın, savaşmayı seçsin, siz özgürlüğü seçin. Bırakın başkaları kendi içsel savaşlarını dışarıya yansıtmamak için kibirle, egoyla kalkanlarını en yukarıya kaldırsın siz ruhunuzu yüzünüze giymenin özgürlüğünü yaşayın.

İnanın bana ruhunu özgürleştirmiş birinin ışığı herkeste hayranlık uyandırır. Birileri ışığını kendi elleriyle söndürürken siz ışığınızı parlatın. Işığını kendi elleriyle söndürenlere de ışıklarını kendi elleriyle söndürdüklerini hatırlatmayı unutmayın. Duyarlarsa sizi ne ala duymazlarsa da sorun etmeyin, herkes kendi tercihini yapmıştır.

Sevgiler,
Ayça Akın
Instagram | Twitter