Şubat ayının sonundan Mart ayının sonuna kadar anksiyetenin zirvesini yaşadığım, psikolog desteği aldığım çok tuhaf 1 ay geçirdim. Belli bir konuda anksiyetesi olan biriyim, ama ilk defa zirvede yaşadığım bir dönem geçirdim ve bambaşka boyutlarını deneyimledim.. Evet, biz danışmanlar da anksiyete durumları yaşıyor ve pskikolog ihtiyacı duyabiliyoruz. Her ne kadar kişisel gelişimin, zihin – beyin denilen kavramların içinde olsak da sonuçta insanız ve bizlerin de duyguları var. Bizler de bazen mantığımızla duygularımızın dengesini şaşırabiliyor, endişelenebiliyoruz, kaygı duyabiliyor, farkındalığımızı kaybediyor ve uzman desteğine ihtiyaç duyabiliyoruz. Tek farkımız sizler 5-6 seansta dengeye gelirken bizler bir-iki seansta dengeyi tekrar bulabiliyoruz.
Çok zorlu, garip ama bir o kadar da içinden daha da farkındalıkla çıktığım bir süreçti. Hayat 1 ay boyunca durdu. Hani filmlerde olur ya; kalabalık, arabaların vızır vızır sağlı sollu aktığı bir caddenin ortasındasınızdır, siz o sahnede donmuş bir karesiniz ama etrafınızda çılgınca akan bir hayat var ve siz boş boş etrafa bakıyorsunuz. Ezilmemeniz, kenara çekilmeniz için çalan kornalar…Arka fonda insan ve korna seslerinden oluşan ses cümbüşü.
Çılgınca akan bir hayat…Bu çılgınlığa çoğu kişinin “yaşamak” dediği bir hayat…
Nedenini bildiğim, 1 ay içinde de tekrar normale döneceğinden doktorlarımın da kendilerinden emin bir şekilde bildiği bir kan testini beklemek ile geçti 1 ayım. Zihnim 1 ay boyunca bana oyunlar oynadı. En kötü senaryolara beni gerçekmiş gibi inandırdı. Var olmayan bir sorun benim gözümde var olmaktan çok öteye geçti, devleşti. Kaygı, endişe, korku tüm günlerimi esir aldı.
Bu zihinsel mücadeleyi verirken bir kez daha anladım ki hayat dediğimiz şey pamuk ipliğine bağlı. Dün testin sonucu olması gerektiği gibi beklenen şekilde sonuçlandı, ama bambaşka şekilde de sonuçlanabilirdi ve ben şu an evimde kahvemi yudumlayarak bu yazıyı yazıyor olamayabilirdim.
O hastane laboratuvarlarından yüzü gülümseyerek, “ohhh…şükür” diyerek çıkamayıp, hayatları bambaşka yönlere evrilenler de var.
Fırtına geçip, zihnim berraklaştıktan sonra fark ettim ki o süreçte pişmanlıklarım çokmuş. Yaptıklarımdan değil, yapamadıklarımdan, yapmadıklarımdan.
Fark ettim ki o süreçte “yaparım” lar “Şu işi bir atlatayım ilk işim şunu şunu yapmak olacak” cümlelerine dönmüş.
Üzüldüğüm olaylar “şimdi hiç düşünmekle uğraşamam” cümlelerine dönmüş.
Hiçbir zaman duygularını gizleyen biri olmadım, ne kadar duygularımı açık etsem de yine de az kalmış.
En önemlisi de birçok kitapta da konu olmuştur; “Hayatı Yavaş Yaşayın” gibi cümleler, öğütler…
Kendimi bildim bileli çok saçma bulmuşumdur bu yaklaşımı bu süreçte daha da saçma olduğunu fark ettim.
Hayatı hızlı yaşamalı, hızlı ve yüksek sesle yaşamalı. Çünkü hayattan ne koparırsak, ne kadar çok “iyi ki…” biriktirirsek kar.
Hızlı yaşamak denilince yanlış anlıyor insanlar…Umursamaz, sorumsuzca bir yaşam geliyor akıllara.
Hızlı yaşamak bana göre;
Birini arzuluyorsan bunu çekinmeden söyleyebilmektir.
“Şımarır” düşüncesine girmeden, beklemeden “seni seviyorum” diyebilmektir.
Beklemeden, bekletmeden sarılabilmektir
Sağlık sorununuz yoksa o pastayı “kalori hesabının canı cehenneme” diyerek yemektir.
O tatile seneye değil, bu hafta sonu çıkmaktır.
Kırmadan, dökmeden, zarar vermeden canının istediğini yapabilmek, “Canım istedi, yaptım” diyebilmektir.
Bazen insan kendisine sormalı; “Gerçekten yaşıyor muyum?”
Çoğu insan, öz güvenle “evet, tabii ki” diye yanıtlayacaktır bu soruyu.
Bir ev, yazlık, araba sahibi olmak için girdiğimiz 124 aylık krediler, bu kredileri ödemek için kurulu robot gibi sabahın aynı saatinde kalkıp akşam mesailere kalarak çalışmak…
Senede bir kez yapacağınız tatilin planını bir önceki seneden yapmak ve koca yıl boyunca o günü beklemek, hayatı ertelemek…
Bir T-Shirt’e, ayakkabıya 1000 TL’ler verip, sıradan bir hamburgere 80 TL’ler ödeyerek kartları şişirmek ve o kartları ödeyebilmek için sabahın aynı saatinde kalkıp akşam mesailere kalarak çalışmak…
Yaşamak denilen şeyden anladığımız bu mu?
Hayat yeterince pahalı bu inkar edilemez lakin “hayat böyle bir şey hep mücadele” diyerek yaşamamak da kabul edilemez.
Benim kötü zamanlarımda telefonumu arayan bir dostum yoksa param, kariyerim, dairelerim, arabalarım olmuş önemli mi?
Benim sağlığım yoksa param, kariyerim, dairelerim, arabalarım olmuş önemli mi?
Ben sevdiklerimle bir kahvaltı sofrasında,kahve sohbetinde buluşacak zamanı bulamıyorsam param, kariyerim, dairelerim, arabalarım olmuş önemli mi?
Ben duygularımı paylaşamıyorsam, dertleşmek için “dost” olarak seçilmiyorsam param, kariyerim, dairelerim, arabalarım olmuş önemli mi?
Siz sevdiklerinizi yok sayarak, kendi ruhunuzu öldürüp zamanınız sonsuzmuş, yarına garantiniz varmış gibi yavaştan alarak, erteleyerek yaşadığınız o hayata “yaşamak” mı diyorsunuz gerçekten?
Hala zamanınız var!
Gerçekten yaşıyor musunuz?
Sevgiler,
Ayça Akın