Beni takip edenler medyadan, kitaplarımdan vb. hayat hikayemi bilir. Ama kısa bir özet geçeyim ki yazdıklarım daha iyi anlaşılabilsin.
3 yaşımda doktor hatası nedeniyle (yanlış teşhis, yanlış ameliyat) nedeniyle JRA oldum. Halk dilinde iltihaplı eklem romatizması diye bilinir ama öyle “soğuk havalarda eklemlerim ağrıyor” gibi basit bir olay değildir. Tedavi olmazsanız ciddi sorunlar olabiliyor dolayısıyla ömür boyu tedavi ve kontrol şart. Zaman içinde fiziksel deformasyonlar başlıyor ve engelli sıfatıyla tanışıyorsunuz. %59 ortopedik – bedensel engelli sıfatını taşıyorum ben de.
Vitrini görüyoruz, alkış tutuyoruz, vitrin iyiyse her şey dört dörtlük sanıp yola devam ediyoruz. En büyük hatamız her şeyi mahveden, insanların duygularını hiçe saymak.
“Güçlü kadın” diyerek alkış tutarken o “güçlü kadın” diye etiketlenen kadınların ödedikleri bedelleri, “nasıl?” sorusunu sormamak.
Elimdeki deformasyonlardan dolayı öğretmenlerim yüzüme okulu bırakmamı söyledi.
Öfkelendim…Kullandığım ilaçlara bağladılar.
Ağladım…Omuz vermek yerine yalnız kalmamın daha iyi olacağını düşündüler kendi kendilerine “ne oldu?” diye sormadılar.
Duymak istediklerini söylemediğim zaman “engelli” sıfatını taşıdığım için “o ne bilir ki, ne yaşadı ki…” deyip fikirlerimi kaele almadılar. Aynı şeyleri başkalarından duyunca doğruluğuna inandılar.
Bilemediler hem bir kadın hem de engelli bir kadının engelsiz insanlara göre daha çok yollardan geçtiğini…
Başarılarımı, mutluluklarımı paylaştığımda “seni kıskanıyorum” diye yüzüme haykırarak arkadaşlıklarını bitirdiler.
Yeni yeni cinselliğimle tanıştığım dönemlerimde “sen kadın mısın ki…” diye aslında kullanıldığımı yüzüme haykırdılar.
“Cinsellik yoksa ben de yokum” diye terkedildim, iftira atılmakla, iş yerimde rezil edilmekle tehdit edildim.
Hayatımdan çıkmak istediklerinde “onca sağlık sorununla uğraşıyorsun birde ben yük olmayayım” deyip iki yüzlülüklerini gizlemek için benim hayat gerçeğimi kullandılar.
Çok acı çektim diye beni kırmamak adına gözümün içine baka baka yalanı süsleyerek sundular, şakşakçılık yaptılar. Acıdılar.
“Sen çok güçlü bir kadınsın, sen halledersin” diyerek sözde motivasyon kılıfıyla yalnız bıraktılar.
Hayallerimi paylaştığımda gözüme alaycılıkla güldüler, “sen fazla ümitlenme de…” diye eklemeden de geçmediler.
Hastane odasında gireceğim uzun ameliyatlar öncesi “korkuyorum” diye ağlayarak aradığım özel insanlar telefonlarımı açmadı.
Adam diye geçinen insanlar benim cebimden geçindi.
İş hayatımda olsun, özel hayatımda olsun, sosyal hayatımda gerilim durumunda verecek cevapları olmadığı zamanlarda benim hayat gerçeğimi (sağlık) tokat olarak kullandılar.
Ben ve benim gibi prenses gibi büyümeyen kadınlar kendi değerlerine sahip çıkıp, kendilerini kanıtlayarak kendi gemilerinin kaptanı olduklarında kimsenin ne sevgisine ne de cebine minnet etmezler. Bundandır kapıları kolay kapatmaları, kimseye verecek hesapları olmadan başları dik yol alıp arkalarına bakmamaları. Bu yüzden çok duyarlar “çok katısın”, “ukalasın” laflarını. Doğru, ukaladırlar, katıdırlar ama bu kalpsiz olduklarından değil geliştirdikleri, geliştirmek zorunda oldukları öz güvenlerinden. “Hayır” demeyi öğrenmiş olmalarından. Çünkü çok şey öğrenmişlerdir yalnız göğüsledikleri her olaydan ve yalnız geçirdikleri, yalnız ağladıkları her günden.
Biliyor musunuz, bu kadınların tek istediği anlaşılmaktır. Beklemezler biri gelsin yaralarını sarsın. Öğrenmişlerdir, öğrenmek zorunda kalmışlardır kendi yaralarını kendileri sarmayı. Kanatırlar, tekrar kanar diye dokundurmazlar zar zor kabuk bağlattıkları yaralarına. Hayatı öğrenenler insan olabilir ancak. Öğrenmişlerdir onlar hayatı. Zordur yüreklerinin kapılarını açmak birilerine çünkü yeni bir yaraya daha yer yoktur artık ama olur da biri, birileri başarırsa o yürek kapısını açmayı kolaydır yürümek yolun geri kalanını çünkü yolun zorunu onlar zaten yürümüştür.
Kendi değerini bilen, “hayır”ları olan kadınlara…
Bu kadınları anlayabilen ADAM’lara…