TUİK, 2020 Yaşam Memnuniyeti Araştırması sonuçlarını açıkladı. Sonuçlar benim beklediğim gibi. Bu sonuçları zaten kimi dinlesen ön görmen mümkün. Herkesin dilinde mutsuzluk cümleleri yüzlerinde mutsuzluk ifadeleri. İnsanlar birbirinin “merhaba” sını almaktan aciz, hatır sormak tarih olmuş, ilişkilerde herkes sormluluktan kaçıyor. Kimse sevişmiyor artık, sarılmıyor, dokunmuyor.
Araştırmada dikkat çeken bir detay var. Kaç kişinin dikkatini çeker bilmiyorum ama benim yıllardır anlatmaya çalıştığım ve çok kişiyle de bunun mücadelesini verdiğim şey araştırma sonuçlarıyla resmileşmiş.
“Bir okul bitirmeyenler daha mutlu. Araştırmada eğitim durumuna göre mutluluk düzeyi incelendiğinde; 2020 yılında en yüksek mutluluk oranı, %54,4 ile bir okul bitirmeyenlerde görüldü. Bunu sırasıyla; %50,3 ile ilkokul mezunu, %46,8 ile lise ve dengi okul mezunu, %46,1 ile yükseköğretim mezunu ve %44,2 ile ilköğretim veya ortaokul mezunu bireyler takip etti.”
Adın önüne ne kadar etiket gelirse mutsuzluk o kadar artıyor. Etiket demek sorumluluk demek, sorumluluk demek çerçevelenmiş bir hayat demek, çerçevelenmiş bir hayat özgürlüğü kısıtlanmış insan demek. “Yoğunum” kelimesini ne kadar çok kullanan var değil mi? Bir mesaja dönemiyorlar çünkü yoğunlar. Sorsanız tuvalete bile gitmeye vakitleri yok çünkü yoğunlar. Sevdikleri insanla bir kahve içmeye zaman ayıramazlar çünkü ödenmesi gereken tatil taksitleri, bilmem ne sitesinde aldıkları dairenin kredisi, bilmem kaç parça X marka yemek takımlarının ödemeleri var.
Etiket arttıkça evler genişliyor, arabalar, telefonlar bir üst modele geçiyor ama ruhlar kan kaybediyor, ölüyor!
İyi yaşam şartlarını elbette herkes ister ama kendimizi öldürmeden yapmak mesele bunu.
Biz ölüyoruz, her saniye mutsuzluktan ölüyoruz. Ne uğruna?
“Vaauu kullandığı telefona, bindiği arabaya, oturduğu eve, kullandığı tabağa bak” desinler diye. Para kazanmak elzem lakin o parayı nasıl kullandığın seni ya öldürüyor ya da besliyor.
Biz ölüyoruz!
İyi yaşam demek bunlar demek değil.
Önemli bir pozisyonda, ciddi sorumlulukları olan bir arkadaşımla bir yaz sabahı kahvaltı için sözleştik. Bir süredir mutsuzluktan depresyon boyutunda şikayetçiydi. İşi bırakmak istiyor bırakamıyor çünkü belli bir standarta alışmış artık attan inip eşeğe binmek zor, eşinden ayrılmak istiyor ayrılamıyor çünkü kadına, çocuğuna bakmazsa sorumsuz baba olacak. Kahvaltımızı ve sohbetimizi ederken 40’larına merdiven dayamış o heybetli, masamızın yanından geçenlerin dönüp baktığı adam bir anda ağlamaya başladı karşımda ve karşı sahilde denize giren insanları parmağı ile göstererek şu sözler döküldü ağzından;
“Bak Ayça, şunlara bak…Adam elinde hurdalık bir yerden edindiği lastiğiyle, iç çamaşırıyla şehrin ortasında denize giriyor ve kahkahalar atıyor. Mutlu Ayça, görüyor musun mutlu. Ya sen, ya ben? Biz girebilir miyiz bu halde bu sahilden denize? Yapamayız! Ama o adam yapıyor Ayça. Hem de kim ne der, ne düşünür zerre umursamadan. Şimdi söyle bana hangimiz özgür ve mutlu? O mu yoksa elimizde tuttuğumuz şu telefonları kendimize tasma ettiğimiz biz mi?”
Dondum. Karşımda etiketlerin altında ezilmiş mutsuz bir adamın özgürlük, mutluluk haykırışı vardı. Kahvaltımı bıraktım kendime sordum sorduğu soruları. Haklıydı, yapamazdım! Şimdi bana “gel onlar gibi iç çamşaırlarımızla şu denize atlayalım” dese yapamazdım. Çünkü ben bir plaza kadınıydım, bir çevrem vardı, duyulsa hoş olmazdı. O insanların çoğu eminim okul okumamış bilemedin ilkokul mezunuydu. Biz ise üniversite(ler) bitirmiş, birkaç dil bilen, adının önünde etiketler taşıyan, otu katlı binalara havalı havalı giren insanlardık, ama mutsuzduk.
TUİK verileri yanılmıyor!
O günden sonra çok şey değişti benim hayatımda. İşimi bırakmadım elbette ama ruhum ne derse onu yaptım. Sokaklarda gözlük arkasından ağlamayı bıraktım mesela. Sinirlendiğimde “ayıp olur etrafa” ya da ortamın tadı kaçmasın diye yüzüme şirin kız maskesini takmadım. İstemiyorsam “istemiyorum”, istiyorsam “istiyorum” demekten çekinmedim. Ve dahası…
Henüz iç çamaşırımla denize giremedim, kimbilir belki bir gün onu da yaparım. O zaman imkansız gelen bu düşünce artık eğlenceli geliyor. Neden olmasın? Ruhunuza çok fazla şeyi yük edip de ruhunuzun kanatlarını kırmayın. Arkadaşımı merak edenler; arkadaşım sadece çocuğunun sorumluluğunu alarak boşandı. İş konusunda etiketlerinin çoğundan vazgeçti ve daha yüksüz, ruhunu öldürmeyeceği bir iş yapmaya karar verdi. Daha az kazanıyor ama mutlu olduğunu söylüyor.