Vazo…Ne kadar şık, alımlı, dik duruşlu, göz alıcı değil mi? Ama basit bir itme gücüyle olduğu yerin boşluğuna geldiğinde (masanın kenarı vb.) yere düşer ve tuzla buz olur. Ne kadar yapıştırsanız da olmaz eski güzelliğinde. Kırıktır bir tarafı, eksiktir, yarımdır. Bir küçük itilme yeterlidir tuzla buz olmasına, kırık kalmasına.
O dik duruşlu, kendinden ödün vermeyen, gurur abidesi insanlar da böyle.
“Bireysel sınırlarım” diyerek ördükleri duvarları duruş sananlar duvarlarının ardında nasıl da acı çektiklerini, yalnızlaştıklarını farkında değiller. Farkında olanlarsa kendilerine itiraf edecek cesaret de değil. Çünkü o duvarları yıkarlarsa o heybetli görünüşlerinin yok olacağı korkusu içindeler. Heybetli olmak demek itaat ettirmek demek. Korkuları olan itaat ettirir çünkü başka türlü kontrol edemeyeceğini düşünür. Vazolar kenarlara konulmaz hep ortalardadır ya da gerilerde. Hep birtakım objelerin arkasında ya da etrafı objelerle çevrilmiş. Hep bir destekçisi vardır bu şık, heybetli vazoların darbe alıp da düşüp de kırılmasın diye. ”Sınırlarım” diyenlerin de…Sınırları olan insanlar gördükleri saygısızlıktan şikayet eder, sürekli birilerini suçlarlar. “Haddini aşıyorsun?” en sık kullandıkları kalkan cümledir mesela. Halbuki hayata, insanlara esnek bakanların, sınırları olmayanların saygısızlık gördüğü çok nadirdir, kırıldıkları da…Çünkü bilirler ne yaparlarsa yapsınlar o kişiye çarpmaz yapılanlar da söylenenler de çünkü sınır yoktur, çarpıp darbe alacak duvar yoktur, yaralayacak sert bir yer yoktur.
Sınırlar…Karşı tarafa değil aslında kendinizi yaralamak için ördüğünüz duvarlar, taşıdığınız yükler. Koyulan her sınırı korumanız gerekir. Korumak için de sürekli tetikte olmanız…“Sınırlarım” diyenlerin en çok ve çabuk öfkelenenler olması tesadüf değil. Ve bu hayatta taşıyacağınız en büyük yüktür.
Yüksüz yaşamanız dileğimle…
Sevgiler,
Ayça Akın