“SEN (ÇOK) GÜÇLÜ BİR KADINSIN!”
Bunu defalarca duymuşsunuzdur. Ben kaç kez duyduğumu artık hatırlamıyorum. İlk başta bir övgü gibi gelir kulağa; sizi ayakta tutan, mücadelelerinizi anlamış birilerinin farkındalığı gibi… Ama zamanla bu cümle bir klişeye, bir şablona üstelik çoğu zaman sizin hikayenizi tam olarak yansıtmayan, derinlik ve samimiyetten yoksun bir şablona dönüşür.
Neredeyse bir zorunluluk gibi dayatılmış bir role de dönüşürken biz “GÜÇLÜ KADINLAR” olarak hepimiz aynı noktada durup düşünüyoruz:
Bu sürekli güçlü olma hali gerçekten bizim seçimimiz mi yoksa üzerimize yüklenilen bir zorunluluk mu?
“GÜÇLÜ KADIN” TANIMI BUNALTICI ve İTİCİ!
Peki, neden “güçlü kadın” tanımı bu kadar itici ve bunaltıcı bir hale geliyor?
Çünkü bu ifade insanlığımızı, hassasiyetlerimizi , ihtiyaçlarımızı yok sayıyor.
Çünkü bizi sürekli güçlü görmeleri, kırılganlıklarımızı yok saymalarına neden oluyor.
Çünkü bu cümle yorgunluklarımızı göz ardı ediyor.
Bu tanımlamanın ardında yaşadığımız zorlukların romantize edilmesi yatıyor.
Bu tanımlama, bizlerin tek başına her şeyi çözmesi gerektiğini ima ediyor.
Üstelik çoğu zaman “güçlü kadın” denilerek bizlere cesaret değil, yalnızlık dayatılıyor.
“O zaten güçlü, her şeyi halleder.” düşüncesi “güçlü kadın” diye etiketlediğiniz o kadını desteklenmesi gereken bir birey olmaktan çıkarıp, yalnız bir mücadeleciye dönüştürüyor.
Güçlü kadın olmak alt metinde çoğu zaman tek başına ayakta dur, yardım bekleme, her sorunun üstesinden kendi başına gel mesajını taşıyor.
Bu kalıp, çoğu insanın aslında sorumluluktan kaçmak için kullandığı bir kılıf haline geliyor.
“Bak, onca şeyi atlattın ve hala ayaktasın!” demek, aslında o zorlukların normalleştirilmesine ve “güçlü kadın” diye etiketlenenlerin yükleri taşımaya devam etmesine zemin hazırlıyor. Sanki ayakta kalmak, acı çekmek ve her şeyin üstesinden gelmek görevimizmiş gibi.
Güçlü olmak mücadelelerden başarıyla çıkmak demekse, biz neden her zaman savaş vermek zorundayız?
Neden zorluklara direnen bir figür olmak hayatımızın ana teması gibi dayatılıyor?
Biz sadece savaşçı değiliz; şefkate, ilgiye ve bazen de sadece dinlenmeye ihtiyaç duyan insanlarız.
Biz sadece güçlü kadınlar değiliz; bazen yorulan, bazen pes eden, bazen de sadece hayatın tadını çıkarmak isteyen insanlarız. Herkes gibi üzülmek, depresyona girmek, kırılgan olmak, öfkelenmek, sinir krizleri, ağlama nöbetleri geçirmek hakkımız.
Güçlü olmak zorunda değiliz çünkü insanca bir yaşamın temelinde dayanıklılık değil, denge vardır.
Sürekli savaşçı gibi görülmek, sürekli savunma hattında hep yalnız bırakılmak ne kadar adil?
Bir kadın sadece “güçlü” olduğu için övülmek, sadece savaşçı olarak görülmek istemez; anlaşılmak, birey olarak görülmek ve hikayesinin her yönüyle kabul edilmek ister.
İnsanız, yoruluyoruz, tükeniyoruz, düşüyoruz. Sevinmek, sevilmek, korunmak, bir omuza yaslanmak, düştüğümüzde kaldırılmak, hatta şımartılmaya ihtiyaç duyuyoruz. Ama bu ihtiyaçlarımız, “güçlü kadın” etiketiyle örtbas ediliyor.
Bu yüzden, insanların birine “güçlü kadın” demeden önce durup düşünmesinde fayda var:
Bu ifade gerçekten onun kim olduğunu mu yansıtıyor yoksa bizim onun üzerinden kurduğumuz bir mit mi?
“Güçlü kadın” demeden önce düşünmeli insanlar. Belki de o “güçlü kadın”ın içinde yalnızlık, tükenmişlik ve omuz arayışı vardır. Güçlü olmak her zaman seçtiğimiz değil, çoğu zaman mecbur bırakıldığımız bir yol. Bazen yalnız bırakılarak, bazen yükümüzü görmezden gelerek; “Sen yaparsın” diyenlerin sırtlarını döndüğü, bizi tek başına bırakıp sonra da samimiyetsiz methiyeler dizdiği bir zorunluluk. Güçlü olmak zorunda kalmamız çoğu zaman yardım istemekten korkmamızdan değil, o yardımı bulamayacağımızı bilmemizden.
Belki de en güzeli kadın ya da erkek bir insanı bir sıfatla tanımlamayı bırakıp onun hikayesine, hayallerine, hissettiklerine kulak vermektir. Bunu yapabilmek ise gerçek bir anlayış, samimiyet ve sevgi göstergesidir.
Sevgiler,
Ayça Akın
aycaakin.com | mindform.com.tr