BİRKAÇ KEZ ÜFLEMELİSİN!

Bu yazımı okuyan sen, mükemmelsin değil mi?

Ne kadar güzel, yakışıklısın…

Herkesten zekisin, herkesin bilmediği şeyleri biliyorsun, herkese haddini bildiriyorsun…

Mezun olduğun okul(lar), adının önündeki etiketler, “sevgilim” dediğin, evlendiğin o kadın/adam, kıyafetlerin, eşyaların, elindeki telefon, araban, evin, gittiğin mekanlar…

En adaletli sen, en fedakar sen, en düşünceli sen, en iyi sevişen sen, en çok hakkı yenen sen, en çok nankörlüğü gören sen, neyse o “EN” olan, sen!

Mevlana “Kendini bil” der, Delphi’de ki ünlü Apollon Tapınağı’nda Sokrates’in “İnsan, kendini tanı”sözü yazar, Yunus Emre bir şiirinde “İlim kendini bilmektir” dizesiyle insanın kendisini bilmesinin önemine dikkat çeker.

Peki, kendini ne kadar biliyorsun?

Karşındakinde hata arayıp, suçlarken kendindeki hataları görebiliyor musun mesela?

Kendini fedakar, karşındakini nankör ilan ederken kendi yaptığın nankörlükleri de sıralabiliyor musun acaba?

Kendini öz verili, karşındakini bencil olmakla suçlarken “ben bencillik yaptım” diyecek cesareti kendinde de bulabiliyor musun mesela?

Kendi acılarına duyarlılık beklerken sen, arkana bakmadan sırtını döndüklerini merak ediyor musun mesela?

Karşındaki seni duymuyor diye öfkelenirken duyulmak için daha yüksek sesle bağırdığını görebiliyor musun mesela?

Kendinden kaçışlarının faturasını öfke, hırs, kibir, ego, daha yüksek ses ile bağırarak başkalarına kestiğini farkında mısın mesela?

Değilsin, değiliz!

Kendimize bile dürüst değilken başkalarından dürüstlük bekliyoruz.

Kendimizi tanımadan karşımızdakine “tanıyamamışım” deyip lanetler yağdırıyoruz.

İnsan kendisinle yüzleşebilirse değişebiliyor, kendisiyle yüzleşebilirse özgürleşiyor.

Ama biz, insan denilen varlık o “EN” lere o kadar hapsediyor ki kendisini, kendine yabancılaşıyor.

İnsan kendinin karanlıkta kalmış taraflarını canı yanmadan göremiyor. Canı yanmadan yüzleşmek istemiyor o karanlıklarıyla. Aklına bile gelmiyor.

Bu yüzden seviyorum ben acılarımı, kaybedişlerimi, vazgeçişlerimi, terk edilişlerimi…

Kaybetmek, vazgeçmek, acı, hayal kırıklığı, kırgınlık, yalnızlık gibi kavramlar insanı ürkütse de, hırçınlaştırsa da hatta insanlara, hayata küstürse de aslında hepsi kendine açılan birer kapı. O kapıdan geçme cesaretini gösterenler kendisine, kendisine yani özüne ulaşanlar da özgürlüğe ulaşıyor.

Her acıda, her kaybedişte, her hayal kırıklığında kendi var oluşumun üzerinde biriktirdiğim tozları üflüyorum ben. Tozları üfledikçe özüme ulaşıyorum.

Her kaybettiklerim bana kendimde bir şey(ler) kazandırıyor. Bu kaybedişler bazen bir insan bazen bedeninden bir parça olsa da…

Gidenler, bitenler, eksilenler sayesinde kendimi buluyorum, eksik bir parçamı tamamlıyor, var oluşuma (özüme) daha çok yaklaşıyorum.

Bu yüzden kızmıyorum artık gidenlere de, bitenlere de, eksilenlere de…

Kendimi buldukça yargılamalarım teşekküre dönüşüyor.

Sizi önce kendinize sonra da ego, kibir, etiket, güçlü olmak, kendini korumak, prensip vb. ya da “en” adı altında başkalarına yabancılaştıran o tozları üfleyin. Üzerinde biriktirip yok olmaya yüz tutturduğunuz özünüzle buluşun.

Atın o zihin denilen kutuda sizi size yabancılaştıran birikmişleri, sıkı sıkı tutunmaktan vazgeçin o sizi kibirden şişiren egonun sesine.

Başkalarının sizi duyması, görmesi, bilmesi önemli değil siz kendinizi duyun öncelikle. Üfleyin özünüzün üzerinde biriktirdiğiniz o katman olmuş tozları, üfleyin ki nefes alsın gerçek özünüz, üfleyin ki yayabilsin ışığını…

Bir kere değil bazen birkaç kez üflemelisiniz. Çünkü birike birike katman olmuş tozlar bir, iki üflemeyle gitmiyor.

Biriktirmeyin o tozları, taşımayın size dayatılanları, öğretilenleri…

Yukarıda sorduğum soruları sorun kendinize. Kaçmayın kendinizden, aksine buluşun kendinizle.

Merak etmeyin ve korkmayın yalnız değilsiniz, ben de yaptım onları!

Siz kendinizden kaçarken kaçırıyorsunuz da bir şeyleri belki de birilerini…

Ben de kaçtım kendimden, ben de kaçırdım birilerini…

Kaybettim en sevdiklerimden birini…Ama onun gidişi sayesinde yazabiliyorum bu yazımı.

Dedim ya; her kaybediş karanlık bir tarafımı bulduruyor bana…Bulduklarım yazıya dönüşüyor, size ulaşıyor. Belki de içinizden birileri bu yazımla kendi karanlık taraflarını bulup, özgürleşecek, ışığını bulacak.

Herkes karanlıkta yol arayıp yürümeye çalışırken siz kendi ışığınızı yakın ve yürüyün. O ışık içinizde bir yerlerde var. Bulun onu. Korkmayın ona ulaşmaktan, korkmayın kendi karanlık dehlizlerinize dalmaktan. Karanlığınız sizi ürkütecek, ama o ışık orada sizi bekliyor.

Işığın olduğu yerde buluşalım…Önce o ışığı sizin bulmanız gerek.

Sonrası mı?

Sonrası ruhsal ve zihinsel özgürlük, hafiflik, mutluluk, gülümseme…Savaşma, seviş benimle.

Bu yazımı karanlık bölgelerimi, kaçtıklarımı bana gösterenlere armağan ediyorum, özellikle de sana;

Yargılamalarımı teşekküre, savaşlarımı sevişmelere dönüştürdünüz.

Sizler benim en güzel hikayelerim, en büyük zenginliğimsiniz.

Sevgiler,
Ayça Akın
Instagram | Twitter