Bu söylediklerimi kimse kendini beğenmişlik olarak algılamasın lütfen. Bunları yazmak zorunda hissettim kendimi çünkü ben artık gerçekten üzülüyor, hemcinslerimin gözlerimin önünde kendilerini bu kadar hiç etmelerine dayanamıyorum.
Yazacaklarım başta hemcinslerim olmak üzere erkekler için de.
Affetmek başka şey, sana zarar veren bir insanı tekrardan hayatına almak çok başka şey.
Berfin olayında Berfin’in artık yanında olmayanlar topa tutuluyor, avukatları da dahil.
Berfin’i neden yalnız bırakmışlar…
Avukatları “öldüren sevgi” istemiyoruz diyerek Berfin’i hiçbir şekilde artık savunmayacaklarını açıkladılar.
Ben 3 yaşımda JRA oldum, zamanla rahatsızlığımın getirdiği fiziksel deformasyonlardan dolayı da %59 engelli sıfatına sahip oldum.
Çocukluktan çıkıp kendi bilincimi kazanmaya başladıkça rahatsızlığımla yüzleşme, kabul etme, içsel mücadelem başladı.
Ardında sosyal hayat, toplumsal hayat, iş hayatı, özel hayat mücadelesi geldi.
Özel ilişkilerimde, sosyal hayatta, iş hayatında fiziksel şiddet görmedim ama PSİKOLOJİK ŞİDDETİN, aşağılanmanın, hakaretin en ağırını gördüm, tacize de uğradım. Ama birçok kadınla benim aramda bir fark vardı ben karşımdakinin beni sadece kullanmak istediğini alenen biliyordum.
Psikolojik şiddet fiziksel şiddetten çok daha ağırdır bana göre. Fiziksel şiddetin yaraları zamanla kapanır ama psikolojik şiddet ruhta yara açar ve kapanması zordur çünkü psikolojik şiddetin içinde reddediliş vardır, kabul edilmeyiş vardır, dışlanma vardır, hakaret vardır, aşağılanma vardır kısaca öz güvene vurulan, seni “sen” olmaktan uzaklaştıran her türlü darbe vardır.
Ben de o zamanlar birçok kadın gibi minicik bir sevgi gösterisini “sevgi” sanıyor, basit bir hareketi dostluk sanıyor, karşımdaki insanı göklere çıkartıyor hatta o insana yapışıyordum.
Ben Berfin’i anlıyorum.
Berfin yüzünü asitle paramparça eden eski erkek arkadaşını “beni bu halde kimse kabul etmez, sevmez” düşüncesiyle affetti, celladına sarıldı.
Ama üzücü olan bunu hiçbir fiziksel sorunu olmayan, fiziksel sorunu olmayı bir yana bırak gayet alımlı, eğitimli, kariyerli kadınlar, erkekler de yapıyor.
Peki neden?
Kadın olsun erkek olsun bize dayatılan dogmalar ve kavramlar öz güvenimizi dolayısıyla da hayatımızı yerle bir ediyor.
Mesela saçların fönlü, tırnakların ojeli değilse bakımlı değilsin, topuklu giymiyorsan seksi değilsin.
Karın kasların baklava, omuzların geniş değilse, masanın üzerine koyacağın bir araba anahtarın yoksa karizmatik, güçlü değilsin.
Bu dayatılan dogmalar ve kavramlar arasında fiziksel olarak deformasyonlarınız, yara izleriniz, maddi eksikliğiniz vs. varken sizi olduğunuz gibi kabul eden ilk kişiye celladınız da olsa sarılmanız ve ondan kopamayışınız normal.
Ama normal olmayan şu;
Bu cellada sarılmalar, kopamayışlar kişinin kendi benliğini kendi oluşturamamasından. O dogmalara, dayatılan kavramlara teslim olmasından.
Ben o zamanlar Ayça Akın değildim. “Hayır”larım yoktu çünkü buna cesaretim yoktu. Çünkü “hayır” dersem arkadaşlıkta da, özel ilişkilerde de, iş hayatında da beni kimse sevmez düşüncesi hakimdi.
İnsan ne zaman görmeye ve “hayır” diyebilmeye başlıyor biliyor musun?
Kendisini “KENDİ” var edebildiğinde.
Hatalarıyla, günahıyla, güzeliyle, çirkiniyle, başarılarıyla, kazandıklarıyla, kaybettikleriyle, eksikleriyle, fazlalıklarıyla o dayatılan kavramların içini kendi doldurup “KENDİ” hikayesini “KENDİ” yazabildiğinde.
Bugün birçok kişiye “beni bana anlat” desem ilk söyleyecekleri “eyvallahı yoktur kimseye” olur.
Evet yok, ama nasıl oldu da o kızdan böyle bir kadın oldu?
Şimdi herkes eminim bana şu cümleyi söyleyecek;
“Tabii, sen şimdi Ayça Akın olmuşsun konuşmak kolay”
Evet, bu doğru ben bugün Ayça Akın’ım. Ama mesele bu değil, mesele nasıl Ayça Akın olduğum.
KENDİ HİKAYEMİ YAZDIM.
Okudum, araştırdım, öğrendim, keşfettim, büyüdüm, korktum, düştüm, yalnız kalmak pahasına da olsa birçok kişiye sırtımı çevirdim…Yalnız kaldım da…
Affetmeyi öğrendim ama affettikten sonra canımı yakanları hayatıma almamayı da öğrendim.
Bugün kadınlar başta olmak üzere birçok insan ne yazık ki fiziksel ya da psikolojik şiddet gördükleri erkeklerden/kadınlardan vazgeçemiyorlar.
Her ne kadar buna kadınlar için “korkudan” deseler de bu artık korku boyutunu geçti. Bile isteye “çok seviyorum”, “fedakarlık”, “ilişkiye emek vermek, sahip çıkmak” adı altında tercih olmaya başladı.
NEDEN?
Çünkü birçok kadın kendi hikayesini yazmak istemiyor, bir kahraman gelip onu kurtarsın diye bekliyor.
Çünkü birçok kadın onlara anlatılanı sorgulamıyor. Aşkın acı çekmek, ilişkiye sahip çıkmanın, fedakarlığın, iyi, anlayışlı kız olmanın da her şeye “evet” demek olduğunu düşünüyor.
Çünkü birçok kadın bir takım kılıfları olduğu gibi kabul ettiği için susuyor. Cinsellikten konuşmuyor, ilk adımı atmıyor, flört etmekten çekiniyor “hafif” olmaktan, denilmesinden korkuyor.
Kadın olsun erkek olsun birçok kişi kendisiyle uzlaşmaktan korktuğu için başkalarıyla uzlaşmayı daha çok tercih ediyor.
Kadın olsun erkek olsun birçok kişi kendi duygularıyla yüzleşmekten korktuğu için kendi duygularını ifade edip onları yaşamak yerine başkalarının duygularına meze oluyor.
Her şey sende başlayıp sende bitiyor. Sen nasıl bir duruş sergilersen karşındaki de sana ona göre davranıyor. Davranmak istemeyen zaten hayatında kalmıyor, yapamıyor seninle, kendi gidiyor.
Kendi hikayemi yazdığımdan beri ya da sizin tabirinizle “AYÇA AKIN” olduğumda tüm o şiddetleri, hakaretleri, aşağılamaları, tacizleri yapanlar benden özür diledi. Bazıları şirketlerine eğitime çağırdı, seminerlerimde karşımda oturdu, imza günlerimde kuyrukta bekledi.
Kendi hikayemi yazdığımdan beri ben birilerinin hayatında olmak için çabalamıyorum, birileri benim hayatımda olmak için kapımı çalıyor. Kime açacağımı ben seçiyorum.
İş hayatıma gelince, hepinizin gözleri önünde zaten.
Yalnızlık korkusu yerini tek başınalığın tadını çıkarmaya bıraktı. Şimdi tek başıma olabilirim ama yalnız değilim.
Cinsellik…Karşımdaki istediğinde değil sadece ben de istersem! Adımı atmak pek korkutmuyor beni.
Gitmek isteyene “dur” demiyorum ama gitmek istemediğim zaman “ben kalmak istiyorum” da diyebiliyorum. Sadece diyorum!
Duygularımdan kaçmıyorum. Karşımdaki için değil, kendim için yaşıyorum duygularımı.
Özgürüm…Her şeye gereğinden fazla anlam yüklemiyorum. Çünkü biliyorum ki bu hayatın içinden hiçbirimiz sağ çıkmayacağız. Yaşamak varken sorgulamak anlamsız geliyor. Gereksiz yüklere gerek yok diyorum.
Bütün bunlar kavramların içini kendime göre doldurmamla oldu. Kendi kavramlarımın içini doldurunca kendi benliğim oluştu, kendi benliğim oluşunca ortaya “ben” çıktı.
İşte o “ben” de kendi hikayesini istediği gibi yazdı…yazıyor…yazacak!
Kendi hikayesini yazan, olduğu gibi olan, seviyesizleşmeden konuşulmayanları konuşabilen, duygularını ifade etmekten çekinmeyen (cinsel ve duygusal anlamda) yeri gelince “hayır” diyebilen kadınlara erkekler çok daha fazla saygı gösterip daha hassas ve düşünceli davranıyorlar.
Yani demem o ki, sen kendine saygı duyup bunu karşındakine gösterirsen ruh hastası değilse o da sana saygı gösteriyor!
Ehh, ruh hastalarını seçmek ya da seçmemek…İşte bu da oluşturduğun ya da oluşturamadığın “ben”in yaptığı bir tercih!