“Cinsellik” kelimesi lafını ettiğimizde dahi çoğumuzun yüzünün kızardığı, tabulaştırılmış bir kavram. Çoğu kişinin öğretilmişliklerle şekillendirdiği cinsel hayat hakkında doğru ya da yanlış bildiklerimizi Amerikan Psikiyatri Birliği (American Psychiatric Association; APA), Amerika Psikoloji Derneği (American Psychological Association; APA), Avrupa Psikiyatri Birliği (European Psychiatric Association; EPA) ve Alman Psikiyatri Psikoterapi ve Psikosomatik Sağlık Derneği (The German Association for Psychiatry, Psychotherapy and Psychosomatics – DGPPN) üyesi ve German Society for Social Scientific Sexuality Research (DGSS) tarafından verilen “Magnus Hirschfeld Madalyası” ile 2014 yılında ödüllendirilen ilk Türk psikoterapisti psikoterapist ve yazar Dr. Cem Keçe’ye sordum.
1) Tabulaştırılmış konular denildiğinde “cinsellik” önde geliyor bizim toplumumuzda. Cinselliği doğru tanımlıyor, doğru anlamlandırıyor muyuz? Cinsellik ne olarak görülüyor toplumumuzda, cinsellik aslında nedir ve neden bir tabu halinde?
“Cinsellik” ve “seks” sözcükleri genellikle birbirinin yerine kullanılır. Cinsellik denildiğinde çoğumuzun aklına seks gelir ama bu tanım çoğu zaman doğru değildir.Çünkü cinsellik, seksi de içine alan çok daha geniş bir kavramdır. Psikolojik, fizyolojik ve sosyolojik yönleri olan cinsellik; insanın doğuştan getirdiği cinsiyetine ait özelliklerin tamamıdır. Daha doğduğu andan itibaren kişinin biyolojik cinsiyeti, ses tonu, giyimi, saç şekli, yürüyüşü, oturuş şekli cinsel kimliğinin bir parçasıdır. Dokunma, öpüşme, sevişme ve cinsel ilişki gibi eylemleri içeren seks; sevginin ve zevkin, ruhun ve bedenin paylaşılmasıdır.Cinsellik doğuştan gelir, oysa seks, öğrenilebilir bir davranışlar bütünüdür. Seks yapmak, rahatlamış ve gevşemiş bir halde, sevişmenin ve dokunmanın verdiği hazza ve hissetmeye odaklanarak, herhangi bir performans hedefi koymadan, zamandan koparak, yavaş, ritmik ve uyumlu bir şekilde salınarak, haz alıp, haz verebilme, ruhu ve bedeni bir armağan gibi paylaşabilme, kimseyi tatmin etme zorlantısı olmadan, ne olursa olsun bir şekilde boşalıp, orgazm olabilme bilim ve sanatıdır. Cinsellik ve seks bizim toplumumuzda da olduğu gibi çoğu toplumda tabu olarak görülür. Bunda toplumsal, kültürel ve dinsel inanışlar, kurallar ve yasaklar büyük rol oynar.
2) Bana kalırsa orgazm ve boşalma arasında ciddi farklar var. Yanılıyor muyum?
Boşalma, daha çok “fiziksel rahatlama” olarak tarif edilir. Her cinsel ilişkide, her erkeğin ve her kadının bu duyguyu yaşaması doğaldır. Bu duyguyu, bir insanın çok susadığı zaman kana kana içtiği sudan aldığı tat gibi ya da çok sıkışan bir kişinin, ihtiyacını giderdiği zaman yaşadığı bedensel bir rahatlama gibi tarif etmek mümkündür. Boşalma sırasında beden bir an gerilir ve arkasından rahatlama hissedilir. Cinsel ilişkinin sonlarına doğru yaşanan ve 10-15 saniye süren kasılmalarla kendini gösteren fiziksel ve bedensel rahatlamaya “boşalma” denir. Boşalma olmadığında kadın da erkek de sıkıntı ve gerginlik hisseder. Bu durum iç dünyalarında ve ilişkilerinde sorunlara neden olabilir. Orgazm ise “ruhsal ve bedensel şehvetli heyecan” anlamına gelir. “Ruhun dünyevi gerçeklikten kurtulduğu, kendinden geçme ve coşkunluk hali” olarak ifade edilen ve cinsel boşalmayı da içine alan daha geniş bir kavramdır. Orgazm, çeşitli bedensel ve psikolojik cinsel uyaranlar sonucunda ruhun ve bedenin harekete geçmesi ve bedensel mekanizmaların etkisiyle, bireyde hem bedensel hem de ruhsal olarak algılanan, geçici şuur bulanıklığı, zamandan kopma, başka bir âleme gidip gelme, kontrol kaybı duygusu ve 10-15 saniye süren istem dışı ritmik vajinal kasılmalar ile birlikte tüm bedende güçlü kasılmaların yaşandığı ruhsal ve bedensel “yoğun boşalma” olarak tanımlanabilir. Orgazm, zorlama ve yapmacıklık olmaksızın “kendiliğinden” oluşan, “ruhta ve bedende şimşek gibi parlayıp sonra aniden sönen parıltılar”dır, “aşkın seksin doğurduğu heyecan hali”dir, “kalpten perdenin kalkması”dır. Orgazm olmak ile boşalmak aynı şey değildir. Boşalma bedensel bir rahatlamayken, orgazm bu bedensel rahatlamaya ruhun da eşlik ettiği çok özel bir bilinç durumdur. Psikolojik açıdan orgazm, bir tür trans durumunda kendinden geçiştir. Orgazm kavramı, daha çok bilinç haline galip gelen cinsel hisleri ve heyecanları, özellikle kendinden geçme durumunu ifade eder. Yoğun duygusal durumlarda veya kendi kendine yapılan mastürbasyonla deneyimlenen keyif ve boşalma hislerini gerçek orgazm hali ile karıştırmamak gerekir.
3) Aldatmak… Bizim toplumda genelde şöyle bir kanı var. Şayet bireyler, çiftler yatakta birbirilerini mutlu edemiyorsa aldatma – aldatılma ihtimali yüksektir. Genelde aldatan değil de diğer taraf bir şeyleri tam verememiş de aldatmaya sevk etmiş gibi kendini suçlar, aldatan taraf tarafından da suçlanır. Nasıl bir psikoloji bu?
Aldatmanın altında yatan nedenler ve aldatma psikolojisi oldukça karmaşıktır. Çünkü söz konusu aldatma olduğunda, herkesin farklı nedenleri ve farklı duyguları vardır. Dolayısıyla aldatma psikolojisi de aldatan kişiye göre farklılıklar gösterir. Aldatmaya kadın-erkek açısından bakacak olursak, kadınlar genellikle duygusal nedenlerle aldatırlar. Erkekler için duygusal nedenler ikinci sırada yer alır, çünkü onları aldatmaya yönelten nedenler çoğunlukla cinsellikle ilgilidir. Nedeni ne olursa olsun aldatma kabullenilmesi zor, hatta çoğu zaman imkânsız bir durumdur. Aldatılan, tıpkı bir yakınının ölümü sonrasında hissettiklerine benzer bir ruh hali içinde olurken, aldatan da sadakati ihlal eden düşünce ve davranışlarından kendisi de rahatsız olur ve bu rahatsızlığı gidermek için bilinçdışında, yaptığının mantıklı bir açıklaması, haklı bir nedeni olduğuna dair bir akıl yürütme süreci işletir ve partnerini suçlar. Çünkü birbiriyle çatışan duygu ve düşüncelerimizin yarattığı dengesizlik bizi huzursuz eder ve bir tür “bilişsel uyumsuzluk” yaşarız. Bu dengesizliği ortadan kaldırarak huzursuzluğumuzu giderip rahatlamak için çatışmayı sonlandırmamız gerekir. Bunun için çatışan duygu ve düşüncelerimizi birbiriyle uyumlu hale getirmeye, aralarında neden-sonuç ilişkisi kurmaya çalışırız. Diğer bir deyişle, kendi kendimizi kandırır, kendi yalanımıza inanırız. Ama tüm bunları bilincimizin kontrolü dışında, farkında bile olmadan yaparız. Bu nedenle aldatan da aldatılan da aldatmanın yarattığı iç çatışmadan kurtulmak için bahaneler üretir ve birbirlerini suçlarlar.
4) Monogami (tek eşlilik) bir masal mı?
Antropolojik, sosyolojik, biyolojik ve psikolojik açıdan inceleme konusu olan çok eşliliğin nedenleri, yaşandığı topluma ve kültüre göre değişiklikler gösterse de bilim insanları insanoğlunun özellikle de erkeklerin doğası gereği çok eşli olduğunu ama tek eşliliğe (monogami) sonradan adapte olduğunu kabul etmektedir. Yedi kocalı Hürmüz fenomeni dışında ülkemizde rastlanmayan çok kocalılığa dünya genelinde de ender rastlanır. Kadının tercihi olarak değil, kültürel ya da dinî olarak anaerkil toplumlarda ya da erkek nüfusun kadınlardan az olduğu yerlerde zorunluluk olarak yaşandığı örnekleri görülür. Buna karşın, tarih boyunca çeşitli uygarlıklarda ve kültürlerde harem kuran erkeklerin ise çok eşliliği daha fazla çocuğa sahip olmak, yani güç isteğiyle bir tercih olarak yaşadığı görülür. Toplumumuzda aile yapısı tek eşlilik temelleri üzerine kurulmuş olmasına karşın, eşler ve yaşandığı çevre tarafından da yadırganmadan makul görülen çok eşliliğe hatırı sayılır sıklıkta rastlanır. Ortak bir eşe sahip olan kadınlar için bir tanımlama bile yapılarak bu kadınların birbirlerine karşı durumlarına “kuma” adı verilir. Çoğunlukla kırsal kesimde görülen kuma kavramı ve çok eşlilik şehirlerde de diğer bir boyutuyla “metres hayatı” adı altında yaşanır. Ancak çok eşlilikte er ya da geç tüm taraflar mutsuz olur. Kadınlar açısından bakıldığında psikolojik olarak pek çok olumsuz etkileri ve sonuçları olan çok eşlilikte avantajlı taraf olarak görülen erkek için de durum pek iç açıcı değildir. Başlangıçta cinsel dürtülerle cazip gelen birden fazla eşin beraberinde getirdiği sorumluluklar ve bunlara bağlı olarak zaman içinde yaşanan sorunlar erkeğin de psikolojisini olumsuz etkiler.
5) İnsanlar aşk konusunda büyük bir yanlış içinde bence. Acı çekmeyi, kendi benliğinden, değerlerinden ödün vermeyi aşk sanıyoruz. Bu sağlıklı bir ilişki – aşk anlayışımı? Ya da karşılıksız bir şeye saplanmak çok sevmek midir, aşk”mıdır yoksa hastalık mıdır?
Aşk tarifi en zor duygulardandır. Ne olduğunu öyle iyi biliriz ki anlatmak istesek dilimizin ucundadır ama sözcüklere dökemeyiz. Evrensel bir duygu olan aşk yaygınlığının aksine benzersizdir. Çünkü her aşk kendi öyküsünü yazar ve her öykü birbirinden farklıdır. Şehvet, bağlılık ve yakınlık üzerine kurulan aşk insanın en özgür, en coşkun, en güçlü duygusudur. Kural tanımaz, hükmedilemez, durdurulamaz, engellenemez, görmezden gelinemez, zamanı, sınırı, yaşı yoktur. Aşk, önündeki engellere başkaldıran isyankâr bir güç ve bir mücadeledir ama aynı zamanda da bir risktir. Çünkü aşk, iki kişinin yaktığı hem de içinde yandıkları bir ateştir. Bazı aşklar saman alevi gibidir, hızla yanıp söner, bazıları ise hiç sönmeden sürekli yanan yanardağ gibidir. Âşık olmak ve aşkın karşılığını almak yeryüzündeki en büyük mutluluklardan biridir ama aşk acısı acıların en derinidir. Aşk söz konusu olduğunda reddedilme, terk edilme ve hayal kırıklıkları katlanılamaz acılar haline gelir. İşte bu yüzden aşk sahip olunması en güzel, kazanılması en zor ve kaybedilmesi en acı şeydir. Aşk, bilinçsiz ve tartışmasız bir kabul ve onay ile hiç tanımadığımız bir kişiye karşı hissedebildiğimiz bir arzu ve tutkudur. Âşık olduğumuz kişinin kusurlarını görmeyiz, bununla da kalmaz o kişiyi kusursuz bir idol olarak algılarız ve ona neden âşık olduğumuzun bilinç düzeyinde farkında olmayız. Ancak insan karar vererek âşık olamaz ama karar vererek sevebilir. Sevgi bir süreçtir, kimse kimseyi görür görmez sevmez. Oysa arzunun fitilini ateşlediği aşk, görür görmez olabilir. Aşk, seks, duygu ve değerlerin toplamı olan bir yatırımdır. Aşkta cinsel istek, zevkin arayışıdır ve her zaman bir ötekine odaklanır. Bu zevk arayışı, ötekinin ele geçirildiği, öteki tarafından da ele geçirilmiş olunan ve iki tarafın birbirine nüfuz ettiği duruma ulaşmaya çalışır. Şehvete bulanmış aşkta duyulan arzu ve tutkunun sonucu olarak seks vazgeçilmez bir bileşendir.
6) Hala cevabı konusunda karmaşa yaşadığımız konu; Eşcinsellik hastalık mıdır, bozukluk mudur, yönelim midir? Doğuştan mıdır, sonradan mı ve daha birçok benzer soru… Nedir bu eşcinsellik?
Eşcinsellik; biseksüellik ve heteroseksüellik gibi cinsel bir yönelimdir. Bilim insanlarınca heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak kabul edilen “eşcinsellik”, her şeyden önce bir yaşam şeklidir. Çünkü cinsel yönelim kişilerin seçimleriyle oluşan bir durum değildir, bu nedenle “eşcinsel yönelim” bir seçim veya tercih değildir ama “eşcinsel bir yaşam sürmek” kişinin kendi seçimidir. Cinsel yönelimin gelişmesinde “biyiolojik cinsiyet”, “cinsel kimlik”, “toplumsal cinsiyet ve cinsiyet rolleri”, “cinsel davranışlar”, “cinsel yakınlık” gibi pek çok kavram, zaman zaman birbirleriyle karıştırılan ya da birbiri yerine kullanılan kavramlar olsa da cinsel yönelimin gelişmesindeki ana kavramlardır. “Cinsel yönelim” doğuştan gelen genetik bir durum değildir ve bireyin erkek ya da kadın fiziksel özelliklerine sahip olmasıyla, yani biyolojik cinsiyet özellikleriyle, kendisini erkek ya da kadın olarak kabul etmesiyle, yani cinsel kimlikle, toplumca kadın ya da erkeğe özgü olduğu kabul edilen davranış ve görünüme sahip olmasıyla, yani toplumsal cinsiyet rolleriyle ve çocuklukta yaşanılanlarla doğrudan ilişkilidir. Bir insanın neden belirli bir cinsel yönelim geliştirdiğine dair bilim adamları arasında bir görüş birliği henüz yoktur. Ancak cinsel yönelim gelişmesinde genetik etmenlerin ve ana rahmindeki gelişimin sürecinin bir yeri yoktur. Çünkü cinsel yönelimin erken çocukluk deneyimlerinden, ebeveynlerin yetiştirme tarzından, ebeveyn özelliklerinden, anne veya babasıyla ilişkisinden, kişinin geçmişinde cinsel istismara uğramasından, aile yapısından, kendi cinsi ve karşı cinsle ilişki denemelerinde olumlu veya olumsuz yaşadıklarından, yineleyen denemeler sonucu öğrenmiş olmasından ve bağımlılık özelliklerinden etkilendiğine işaret eden sağlam ve bilimsel olarak tartışma götürmez kanıtlar bulunmaktadır.
7) Birtakım hastalıkların cinsel yaşama etkilerine değinmek istiyorum. Sanırım tabu olduğu kadar algı yanlışlığı da yaşıyoruz cinsellik konusunda. Mesela kanser teşhisi konmuş, kemoterapi, radyoterapi gibi tedavi süreci yaşayan bireylerle cinsel ilişki yaşamaya tereddüt eden bireyler var. Bulaşabileceğini düşünüyorlar. Kanser gibi veya kronik hastalıkların cinselliğe etkileri nedir? Nelere dikkat etmeli, özen göstermeliyiz, kimlerle cinsel ilişki yaşamamalıyız?
Çağımızın vebası olarak görülen kanser, veba gibi bulaşıcı değildir. Ancak beden sağlığının yanı sıra ruh sağlığını da bozarak depresyon, panik atak ve anksiyete gibi psikolojik rahatsızlıklara yol açmakta ve insan sağlığının ayrılmaz bir parçası olan cinselliği de olumsuz etkilemektedir. Cinselliğin sürdürülmesi sağlıklı kişilerde olduğu gibi kanserli hastalarda da önemli bir konudur. Hastalığın teşhis ve tedavisi sürecinde kişinin duygusal dünyası karmakarışık olur. Bu dönemde cinsel istek de azalabilir ya da tamamen yok olabilir. Bunun birincil nedeni ölüm korkusu, gelecek kaygısı ve tedavinin verdiği rahatsızlıkların kişiyi hem fiziksel hem de ruhsal açıdan yıpratarak seksi düşünemeyecek hâle getirmesidir. Kanser olan birinin partneri için de durum hiç kolay değildir. Kaybetme korkusu, tedavi sürecinde yaşanan zorluklar, partnerinin üzüldüğünü ve acı çektiğini görmek psikolojisini bozar. Kendisi bu zor durumla baş etmeye çalışırken, partnerini destekleme konusunda zorlanabilir ve o da depresyon, anksiyete ya da panik atak gibi ruhsal sorunlar yaşayabilir. Cinsellik açısından da partnerinin bedeninde meydana gelen değişikliklere uyum sağlaması zaman alabilir. Cinsel ilişkiye hazır olmadığını veya cinsel ilişkinin partnerine zarar vereceğini düşündüğü ya da artık onu çekici bulmadığı için cinsel isteksizlik yaşayabilir.
8) Cinselliği bile ebeveynlerimizin deneyimlerinden yola çıkarak öğreniyoruz. Klasikleşmiş bir cinsellik kabul görürken sınırları aşmış bir cinsellik çok tuhaf karşılanıyor. Ayıp kavramı nedir, nerede başlar sizce? Mutlu bir cinsellik için öneriler istesem sizden…
Artık cinselliğin eskisinden daha çok konuşulmaya başlandığı daha özgür yaşandığı düşünülse de yaşamdaki yansıması hâlâ “ayıp, yasak, günah” üçgeninde sıkışıp kalmış durumdadır. Oysa cinsellikte ayıp, yasak, günah yoktur. Ayıp, toplumun ahlak kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranıştır. Ancak cinsellik sağlıklı yaşamın doğal bir bileşenidir. Cinselliğin bilinmezliklerle dolu olduğu çok eski zamanlarda ahlaki, dini ve toplumsal normlarla üzerine örtülen sır perdesi bilimsel çalışmalarla çoktan kaldırılmış olsa da, pek çok kişinin hayatında cinselliği örten, gizleyen, hatta kutsayan bu sır perdesi yerli yerinde durur. Çünkü bu kişiler annelerinin tabu olarak öğrettiği cinselliği yaşamaya koşullanmış kişilerdir. Oysa cinsellik, kutsal, yüce, sorgulanmaz bir olgu değil, “öğrenilen, hissedilen, keyif alınan, basit, olağan, doğal bir insani ihtiyaç”tır. Ne abartılacak derecede yüce ne de basite indirgenecek derecede kabadır. Cinsellik içinde suç, ceza, günah, ayıp, ağrı, acı, korku barındırmaz. Cinsellik, kadın-erkek ilişkisinde haz, şehvet, mutluluk, doyum, güven, yakınlık ve sevginin ifadesidir ve en genel anlamıyla varoluşun kaynağıdır. Ancak hayatın başlangıcını ve sürekliliğini sağlayan bu ihtiyaç yalnızca insanın neslini sürdürmek için yaptığı bir eylem değildir. Cinsellik kişinin “mutlu olmak ve mutlu etmek” için içinde var olan yaşam enerjisinin dışavurumuyla yaşadığı hazzı partneriyle paylaşmasıdır. Mutlu cinsellik, ilk önce kendini ve partnerini iyi tanımakla başlar. Kendisi hakkında olumsuz düşüncelere sahip olmayan, kendini seven, sayan ve kendine güvenen bir kişi partnerine de bu olumlu duygularını yansıtabilir. Bu nedenle karşılıklı güven, dürüstlük, açıklık, sevgi ve saygı çerçevesinde yaşanması gereken ve mutluluk veren cinsellikte önemli noktalardan biri de kişilerin birbirlerine karşı iradeli ve sorumlu davranmaları, herkesin birbirinin mahremiyetine saygı göstermesidir. Cinsellik asla sömürücü ve zorlayıcı olmamalıdır. Tüm cinsel davranışların sonuçları ve sorumlulukları vardır. Cinsellik, kişiler bu sonuçlara razı olduklarında, toplumdaki konumlarını hesaba katarak, bedensel ve duygusal açıdan hazır olduklarında yaşanmalıdır.
9) Elbette hepsi değil ama birçok erkek seks sırasında argo konuşmayı tahrik edici buluyor. Birde penis boyu takıntıları var. Neden?
Seks hayatını şekillendiren ve seksten alınan hazzı etkileyen temel faktörlerden biri seksi algılama biçimi, davranış biçimi ve bu davranışları sözle ifade etme biçimidir. Bazı çiftler kendi seks sözcüklerini kendileri yaratır. Bunlar argo sözcükler de olabilir. Böylece başka insanların içinde de bunu konuşabilirler. Çiftler cinsel tekniklerini geliştirmek için, yatak sohbetlerinde sekste nelerden hoşlandıklarını konuşarak birbirlerini daha yakından tanıyabilirler. Çift birbiri hakkında ne kadar çok şey biliyorsa, o kadar iyi bir seks partneri olabilir. Penis boyu tabusu, erkeklik ve iktidar kavramlarıyla özdeşleşmiştir. Çünkü erkek soyunduğundasahnede olan kendisi değil penistir. Erkek bedenine ister önden ister profilden baksın gözü sadece bir noktada odaklanır ve başrol oyuncusunun kaprisi de çoktur. İşte bu noktada hayat durur ve sadece iki kriter ön plana çıkar: “Büyük ya da küçük!” “Penisim normalden küçük mü?” İşte bu soru dünyada olduğu gibi ülkemizde de erkeklerin içini kemiren can alıcı ve kahredici bir sorudur. Yine birçok anne ve baba da erkek çocukları için benzer bir kuşkuya sahiptirler. Her erkek egemen toplumda olduğu gibi ülkemizde penis boyu en aşılmaz tabularından biridir. Tek başına penis büyüklüğü kadının cinsel tepkisini ya da birleşmeden doyum sağlamasını etkilemez. Çünkü vajinal uyarı vajinanın 1/3’lük giriş kısmında yoğunlaşır. Yani cinsel birleşme sırasında vajinanın en duyarlı bölümü, girişe yakın alt kısımlarıdır. Penis, büyüklüğü ne olursa olsun, vajinanın bu kısmına değecek penis bir uyarıcı görevi yapacaktır. Üstelik kadının asıl cinsel duyarlık merkezi vajina değil, klitoristir. Cinsel birleşme sırasında klitorisin başı erkeğin penisine değil, penisin üstünde yer alan kıllı pubis bölgesine değer ve bu bölgenin basıncıyla uyarılır. Ayrıca vajinanın girişindeki 3 cm’lik kısım tamamen klitoris tarafından hassas hale getirilir. Bu da penis boyuna yönelik takıntıları temelden yıkmaktadır. Mutlu ve tatmin edici bir cinsel yaşam için penis boyu tek kıstas olamaz. Çiftin birbiriyle açık ve samimi bir iletişim kurması, birbirilerinin arzu, istek ve beklentilerine değer vermeleri, doyurucu ve sağlıklı bir cinsel yaşam için oldukça önemlidir.
10) Pornografik filmler sizce bireylerin cinsellik algılarına nasıl etki ediyor?
Porno filmler sadece “yetişkinler” ve ruhsal olarak sağlıklı bireyler için fantezi aracı olarak kullanılabilir ve çiftin cinsel hayatını renklendirebilir. Bu açıdan bakıldığında porno film izlemek hastalık değildir. Hatta zaman zaman kişi cinsel ilişki kurmak yerine, porno film izleyerek kendini tatmin etmeyi tercih edebilir ya da cinsel hayatına renk katmak için porno filmi bir fantezi aracı olarak kullanabilir. Aşırıya kaçılmadığı sürece bunda bir sakınca yoktur. Ancak kişi tüm vaktini internet başında geçirmeye başladıysa, tek başına kalmayı tercih edip odasından çıkmaz hale geldiyse, partneriyle ya da çocuklarıyla iletişimi çok azaldıysa, partneriyle seks yapmayı bıraktıysa, mastürbasyonu cinsel ilişkiye tercih etmeye başladıysa, sosyal hayattan koptuysa ve hatta işini bile aksatır duruma geldiyse, porno bağımlılığı, dolayısıyla da bir davranış bozukluğu söz konusudur. Porno görüntülerde maruz kalınan çok fazla cinsel uyaran nedeniyle vücutta dopamin salgılanmasında artış olur. Başlangıçta bu artış kişiye heyecan ve mutluluk vererek cinsel isteğini artırır, boşalmayı ve orgazmı hızlandırır. Ancak uyaranların yoğun ve sık gelmeye devam etmesi durumunda duyarsızlaşma oluşur ve dopamin salgılanması için artık daha fazla uyarana ihtiyaç duyulur. Böylece kişi daha fazla porno izlemeye başlar ve sonuç porno bağımlılığıdır. Yani porno izlemenin azı karar, çoğu zarardır. Kişiyi cinsel deneyimlere karşı duyarsızlaştırarak hem cinsel hem sosyal yaşamını altüst eder. Pornografik yayınlardaki çekici kadınları gören erkeğin eşini beğenmemeye başlaması, zamanla ondan uzaklaşması ve aşırı beklentinin yarattığı performans anksiyetesi (başaramama korkusu) cinsel ilişkiye girememe ve cinsel isteksizlik gibi cinsel sorunlara yol açabilir. Porno bağımlılığı ayrıca erken boşalma, geç boşalma, orgazm olamama gibi cinsel sorunların yanı sıra, değersizlik tedirginlik, güvensizlik, dikkat eksikliği, depresyon, beyin işlevlerinde yavaşlama ve gecikme nedeniyle hafıza geriliği, unutkanlık gibi sonuçlar da doğurabilir.
11) İlişkilerde yüzde 100 dürüstlük ve güven mümkün müdür? Neden yalan söyleriz?
Yalan kişinin kendini bir şekilde zarara sokabilecek durumlardan kurtulmak ya da kendisini yüceltmek, aile ve diğer sosyal çevresinde popülarite kazanmak için geliştirdiği yanlış bir savunma yöntemidir. Yalan, kasıtlı veya kasıtsız olarak doğru olmayan bir şey söylemektir. Yalan o kadar hayatın içindedir ki “Hiç yalan söylemem” sözü bile çoğu zaman bir yalandır. Yalan çeşitli şekillerde ve koşullarda söylenir ama en çok beyaz yalan söylenir. Beyaz yalan, adı yalan olsa da masum bir niyet taşır. Bu niyet de genellikle karşıdakini kırmamak ve üzmemektir. Beyaz yalanın en çok kullanıldığı durumların başında uzun süreli kadın erkek ilişkileri gelir, üstelik bir de bu ilişki yıpranmış durumdaysa, partnerler beyaz yalanı can simidi olarak kullanırlar. Ama yalan beyaz da olsa yalancının mumunun yatsıya kadar yanar yanacağını unutmamak gerekir. Yalan söylemek gibi gayri ahlaki bir seçimdir. Bu seçim kişiden kişiye değişir. Bazıları ne koşulda olursa olsun yalan söylemez, bazıları ihtiyaç duyduğu koşullarda yalan söyleyebilir, bazıları da her koşulda yalan söyler. Yalan tüm ilişki türlerinde bozucu bir etkiye sahiptir. Çiftin birbirlerinden gizledikleri sırlarının olması, birbirlerine söylemeleri gereken şeylerin saklanması da bir tür yalandır. Bazı durumlarda çiftler karşılaşacakları tepkiden rahatsızlık duyacakları için yalan söyler ya da sır saklarlar. Güven, sağlıklı ve mutlu bir ilişkinin en önemli unsurudur.Güven, yalnızca bir duygudan ibaret değildir. “Dürüstlük, açıklık, tutarlılık, sadakat, yakınlık, bağlılık, tahmin edilebilirlik” gibi pek çok kavramdan oluşan çok geniş kapsamlı bir olgudur. Güven insanın en temel ihtiyaçlarından biridir, yakın ilişkilerin de temel taşıdır. Güvenin olmadığı hiçbir ilişki sürdürülebilir olamaz. Çünkü ilişkiler güven temeli üzerine kurulur. Kimse fiziksel ve duygusal olarak güvenmediği birini hayatına almak istemez. Güven, birine herhangi bir kaygı, kuşku ve tereddüt duymadan bağlanmak ve inanmaktır, kendini ona teslim edebilmektir. Güvendiğiniz kişiye kendinizi tüm açıklığıyla sunar, duygularınızı, düşüncelerinizi paylaşırsınız, çünkü güvenin olduğu yerde dürüstlük, yakınlık, destek ve en önemlisi taahhüt vardır. Diğer bir ifadeyle size karşı dürüst, yakın ve destekleyici olduğuna inandığınız kişiye güvenirsiniz. Bu inancı oluşturan şey, o kişinin tavır, davranış ve kişiliğiyle verdiği taahhüttür ve o kişiye güvenmek sizin yaptığınız bir seçimdir. Bir ilişkide “Sana güveniyorum” diyebilmek, “Seni seviyorum” demekten çok daha zordur. Güven bir kez sarsıldığında, yeniden eskisi gibi sağlam olması çok zordur. İlişkilerde güvenin ihlal edilmesine yol açan her türlü tavır, davranış ve tutum, sadakatsizlik, yani dolaylı yoldan aldatmadır. Diğer bir deyişle aldatma, yalnızca partneri dışında biriyle duygusal ya da cinsel ilişki kurmaktan ibaret değildir. Çiftler üçüncü bir kişi olmadan da sadakatsiz olabilirler.
12) İlişkilerde yaş farkı önemli mi? Ya da bunun önemi nerede başlar?
Çiftler büyük yaş farklarına rağmen her ne kadar birbirini delicesine sevseler de, aralarındaki yaş farkı ilişkilerinde ciddi sorunlara neden olabilir. Kadın ve erkek yaş farkına rağmen âşık olunca ayakları yerden kesildiği ve gözleri hiçbir şey göremediği için ilişkilerinde karşılaşacakları sorunları hiç düşünmezler. Ancak o ilk heyecan durulmaya başladığında ve gerçekler yavaş yavaş su yüzüne çıktığında, sorunlar da ardı ardına gelmeye başlar. Her ilişkide sorunlar yaşanabilir ama 10 yaş ve üzeri veya yaş farkının daha fazla olduğu ilişkilerde durum biraz daha farklıdır. Yaş farkından doğabilecek sorunların en önemlilerinden biri de çiftler arasındaki cinselliktir. Erkeklerde cinselliğin durduğu bir dönem olmasa da azaldığı bir “andropoz dönemi” olur, kadınlarda ise ortalama 48 yaşından sonra “menopoz dönemi” başlar. Kadının yaşça büyük olma ihtimali göz önüne alınırsa, bir ve birden fazla çocuk sahibi olmak isteyen çiftler için yaş farkı ve menopoz dönemi ciddi sorunları da beraberinde getirecektir. Erkeklerin andropoz döneminde ve sonrasında çocuk sahibi olmaları mümkünken, kadınların menopoz sonrası çocuk sahibi olmaları mümkün değildir. Bu durum ilişkilerde ciddi tartışmalara neden olabilir. Ancak hem kadınlar hem de erkekler için hem menopoz döneminde hem de andropoz döneminde cinsellik bitmez, sadece şekil değiştirir. Bazen sarılma, öpüşme, el ele tutuşma, erotik masaj gibi cinsel yakınlaşmalar gençlik yıllarındaki şehvetli sevişmelerin yerini alabilir ve en az onlar kadar haz verici olabilir. Her ne kadar kişiden kişiye farklılık gösterse de, yaş farkı büyük olan çiftlerde, erkek daha olgunsa ve sevgilisini ya da eşini tatmin edemiyorsa sorun büyük demektir. Genç bir kızın cinsellik anlayışı ve doyum hissiyle, daha olgun partnerin cinsellik anlayışı ve hisleri farklılık gösterir. Erkeklerin cinsel hayatı ve dölleme yetenekleri kadınlara göre daha uzun sürer ancak yaş ilerledikçe erkeklerin de cinsel performansında bir azalma gözlenir. Bu gerçek üzerinden hareket edildiğinde, cinsellikten beklediği hazzı alamayan kadın başka ilişkilere yelken açabilir. Böylece ilişki aldatma ile sarsılabilir.
13) “Devotee” az bilinir ama tartışılan bir konudur. Devotee, cinsellikte özellikle ampute bireyleri tercih etmek anlamına geliyor. Kimisi bunu sapıklık, sapkınlık ya da istismar olarak görürken kimisi ise tercih olarak görüyor. Ayak fetişi olmak gibi bir şey de diyebiliriz. Sizce “devotee” bir sapkınlık mıdır yoksa tercih mi?
Amputasyon, felç ve kas güçsüzlüğü gibi sakatlığın belirli yönlerini cinsel olarak çekici bulunması ve bununla ilgili fanteziler kurulması devoteeism olarak adlandırılan bir parafili, yani cinsel sapkınlık türüdür. Cinsel sapkınlıklar; genellikle tekrarlanan ve kişiye üzüntü veren özel cinsel fanteziler, yoğun cinsel dürtüler ve davranışlarla karakterize olan cinsel bozukluklardır. Cinsel sapkınlıkların en tipik özelliği, cinsel uyarılma ve orgazm ile ilişkili, bilinçli ve bilinçsiz bileşenleriyle özel fantezilerin varlığıdır. Fantezinin etkileri ve davranışsal gösterimi, kişinin cinsel alanın ötesine kadar uzanarak hayatını istila eder. Cinsel sapkınlık (parafili), normal cinsel ilişkiden sapma anlamına gelir. Normal cinsel ilişki, karşı cinsten bir kişiyle boşalmayı amaçlayan, sevişmeyi ve penis-vajina birlikteliğini içeren ilişki olarak tanımlanır. Zaman zaman yapılan farklı cinsel etkinlikler sapkınlık olarak değerlendirilmez. Cinsel sapkınlık olması için kişinin ancak zorunlu ve tekrarlayıcı bazı koşullara bağlı olarak orgazm olabilmesi gerekir. Sapkın cinsel davranışları olan kişi dürtülerine göre davranır ve cinsel dürtüleri ya da fantezileri belirgin bir sıkıntıya ya da kişiler arası sorunlara neden olur. Cinsel sapkınlıklar büyük oranda erkeklerde görülür. Bunun nedeni, erkeklerde görsel cinsel imgelere ve fiziksel uyarıcılara daha fazla bağımlılık olmasıdır. Kendisinin ya da öteki kişinin acı çekmesini, aşağılanmasını amaçlayan ya da rızası olmayan kişilere, çocuklara, hayvanlara ya da nesnelere, amputasyon, felç ve kas güçsüzlüğü gibi sakatlığı olan kişilere yönelik cinsel uyarılmaya yol açan tekrarlayıcı cinsel eylemler sapkın cinsel davranışlar olarak kabul edilir.
14) Seks için illa penis ve vajina mı ihtiyaç vardır?
Cinsellik, ruhsal ve bedensel sağlığımızı dengede tutmayı sağladığı için gündelik yaşamımızın her yönüyle ilişkilidir. Sağlıklı ve mutlu cinsellik, yatak odasıyla sınırlı değildir, aynı zamanda sağlıklı ve mutlu bir yaşam demektir. Çünkü cinsellik sadece yaşandığı sırada mutluluk veren bir deneyim değildir, yarattığı mutluluğun etkisi tüm yaşamı kapsar. Ruhun ve bedenin hissettiği şehvet, sevgi, mutluluk, neşe, ihtiras, tutku, gibi duyguların tümü birer orgazm durumudur. Dolayısıyla yalnızca penis ile vajina birlikteliği, seks yapmak değil, cinsel birleşmeden ibarettir.Aşkın ayaklarının yere sağlam basmasını sağlayan şehvetli sevgi ve onun bir sonucu olarak kendiliğinden ortaya çıkan seks ise, “aşkın sks”tir ve insana varlığını hissettiren ve insanın kendini önce “ben”, sonra “biz”, daha sonra tekrar “ben” olarak algıladığı en güçlü olgulardan biridir. Bedenin ve ruhun bir bütün olarak birleştiği seks gibi, aşk da insanın kendini karşısındakine çırılçıplak sunduğu “aşkın” ve “yüce bir duygu”dur. Aşkın seks için, daha derin bir orgazm ve cinsel doyum için yeni beynin kapanıp, eski beynin sekse hâkim olması gerekir. Aşkın seks, “birleşmek”, “kaynaşmak”, “ayrışmak” ve “farklılıkları korumak” demektir. Aşkın seks, kadının eril yönüyle, erkeğin de dişi yönünün bağlantıya geçmesini sağlar, bütünleşme duygusunu ortaya çıkarır. Bu nedenle aşkın seks, kadın ve erkeği bir araya getirip bir bütün yapan ve “evrensel yaşam enerjisi üreten” çok özel ve mistik bir güçtür… Aşkın seksin ayrılmaz parçaları şunlardır: Cinsel arzu, şehvet, içtenlik, cinsel deneyimlere yüklenen olumlu anlam, seks yapılan ortamın sekse uygunluğu, kişinin pozitif ruh dünyası, partner ilişkisindeki uyum, cinsel imgeler ve sembollerin eşleşmesi ve birlikte olunan partnerin uygunluğu.
15) Biraz uzmanlık alanınızdan uzaklaşıp kişisel alanınıza girmek istiyorum. Edebiyat… Kitaplarınız, şiirleriniz, öyküleriniz var. Edebiyat ya da yazmak diyeyim, sizin için ne anlam ifade ediyor?
Yazmak için her zaman bir neden gerekmez belki ama benim iki nedenim var. İlki, kendime şifa vermek, kendime iyi gelecek bir eylem olarak yazmayı seçmek… İkincisi ise, uzun yıllardır psikoterapist kimliğimle kazandığım deneyimlerimi ve psikoloji birikimimi okurlara edebiyat yoluyla da aktarmak istiyorum. İnsanların yaşamlarındaki engelleri aşmak, içlerindeki boşluğu doldurmak, sorunlarını çözmek, zorluklarla başa çıkmak, sağlıklı ve mutlu olmak için ihtiyaç duydukları ve aslında içlerinde taşıdıkları gücü kullanmalarına yardım etmek istiyorum. Bunu profesyonel olarak yapıyor olmak benim için yeterli olmadığından, bana ulaşamayan kişilere kitaplarımla ben ulaşmak istiyorum. Üstelik amacım sadece ruhsal sorunları olan kişilere ulaşmak değil, aynı zamanda insan ruhunun derinliklerini kavramak isteyen herkese bir şeyler aktarmak ve onlarda farkındalık yaratmak…
Röportaj : Ayça Akın